Resulullah (sa) buyurdular ki: "Mu`mine zarar veren veya hile yapan mel`undur."
  KURANI KERİMDE ADI GEÇEN PEYGAMBERLER
 

HZ. LUT (S.A.)

1. Hz. Lut hakkinda genel bilgiler
Kur'an-i Kerimde bildirilen peygamberlerden olan Hz. Lut, Ibrahim aleyhisselamin kardesi Hârân'in ogludur. Halilallahla birlikte Nemrud'un memleketinden hicret edip Sam'a geldikten sonra (bkz. Hz.Ibrahim), Lut gölü yakinindaki Sedum sehri halkina peygamber olarak gönderildi. Insanlara Ibrahim aleyhisselamin dinini teblig etti .

2. Hz. Lut'un hikâyesi
Hz. Lut ailesini toplayip Ibrahim aleyhisselamla Sam'a hicret ettikten sonra Allah tarafindan Lut gölünün güney-bati tarafinda bulunan Sedum sehrinin halkina peygamber olarak gönderiliyor. Bu kavim cok azgindi ve erkeklerle münâsebeti âdet haline getirerek livata fiilini isliyordu. Bu is icin de bilhassa genc delikanlilar üzerinde kötü emel besliyorlardi. Hz. Lut kavmine teblige basladi: « (Allah'a karsi gelmekten) sakinmaz misiniz ? Bilin ki ben size gönderilmis güvenilir bir elciyim. Artik Allah'a karsi cikmaktan sakinin ve bana itaat edin. Rabbinizin sizler icin yarattigi eslerinizi birakip da, insanlar icinden erkeklere mi yaklasiyorsunuz ? Dogrusu siz siniri asmis (sapik) bir kavimsiniz » . Fakat onlar dinlemediler ve « Ey Lut ! (bu davadan) vazgecmezsen, iyi bil ki, sürgün edilmislerden olacaksin ! » dediler. Lut aleyhisselam onlari azaptan korkuttugu halde onlar inanmadilar ve sapikliklarina devam ettiler ve böylece Allah'in azabini hak ettiler. Allah'in elcileri Cibril, Mikail ve Israfil Ibrahim aleyhisselama müjde (bkz. Hz. Ibrahim) ile geldiler ve ona Lut kavmini helak edeceklerini bildirdiler. Onun da Lut aleyhisselamdan korkmasina karsilik " Her halde onu ve ehlini kurtaracagiz. Ancak karisi öteki zalimler zümresinden " diye cevap verdiler. Hz Ibrahim'den ayrildiktan sonra genc delikanli oalark Lut aleyhisselam misafir oldular. Hz. Lut onlari evine aldi. Kavmi güzel ve genc delikanlilari görünce pis olan hisleri hortladi ve Lut peygamberin kapisina dayandilar ve ondan kendilerine bu delikanlilari teslim etmelerini istediler: «Lut'un kavmi, kosarak yanina geldiler. Daha önce de kötü isleri yapmaktaydilar. (Lut):" Ey kavmim ! Iste sunlar kizlarimdir (onlarla evlenin); sizin icin onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin ! Icinizde akli basinda bir adam yok mu ! " dedi » . Fakat onlar dinlemediler ve « Dediler ki: Senin kizlarinda bizim bir hakkimz olmadigini biliyorsun. Ve sen bizim ne istedigimiz elbette bilirsin » . Lut aleyhisselamin gücsüzlügüne yavunmasi üzerine«(Melekler) dediler ki: Ey Lut! Biz Rabbinin elcileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kisminda ailenle (yola cikip) yürü. Karindan baska hicbiri geride kalmasin. Cünkü onlara gelecek olan (azap) süphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vâdolunan (helak) zamani, sabah vaktidir » . Sedum kavminin helaki sabah vakti geldigi zaman gerceklesti. O sehir'in alti üstüne gecirildi ve üzerlerine taslar yagdirildi. Lut aleyhisselamla olanlar kurtarildi, karisi ise belasini buldu. Hz. Lut daha sonra Hicaz havalisine gitmekle emrolundu ve vefatina kadar orada kaldi . Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmustur ki: « On sey vardir ki, Lut kavmi onlari yapmis ve o yüzden helak edilmistir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar. Bunlar livata, findik gibi taslari sapanla atmak, güvercinle (kumar) oynamak, def calmak, icki icmek, (özürsüz) sakal kesmek, (emr edilenden fazla) biyik uzatmak, islik calmak, el cirpmak, (erkekler icin) ipek gömlek giymek, bir tane de ümmetim ilâve eder ki; o da kadin kadina münâsebette bulunmaktir » ( Râmuz). Baska bir hadis-i serifinde de iki cihan serveri peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) buyurmustur ki: « Benden sonra en korkutugum sey ümmetimin Lut kavminin yaptigini yapmalaridir » (Tirmizi, Ibn-i Mâce). Kitab-i Mukaddes'teki cok ve pis yalanlarla dolu Lut aleyhisselamin hikayesi Tesniye bölümünün 13. bâbinin 1-13 noktalarinda ve 19. bâbinda okunabilinir.

Faydalandigim eserler:

Kur'an-i Kerim ve aciklamali Türkce meali, Kral Fahd Matbaasi, Medine-Münevvere, 1992

Ibrahim Siddik Imamoglu, Büyük dini hikayeler, Osmanli yayinevi, Istanbul, 1980

Heyet, Dini terimler sözlügü, cilt: 1, Hakikat kitabevi, Istanbul, tarihsiz

HZ. ISMAIL (a.s.)

İbrâhim aleyhisselâmın oğludur. Kurban edilmek istendi. Bıçak kesmedi.
İSMÂİL ALEYHİSSELÂM

Arabistan'da Cürhüm kabilesine gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâmın büyük oğlu ve peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) dedelerinden. Annesinin adı Hacer'dir. Hazret-i İbrâhim, Nemrut'un ateşinden kurtulduktan sonra, Bâbil'den ayrılıp, Mısır'a gittiğinde hanımı Sâre'ye Firavun musallat olmuştu. Fakat, Sâre'yi yaklaşmak istediğinde, ellerinin tutulup, nefesi kesilerek sara hastalığına benzer bir hâle düştü. Bunu üzerine Firavun korkarak İbrâhim aleyhisselâm ve sâre'yi bıraktı ve Hacer adlı bir câriyeyide hediye etti. İbrâhim aleyhisselâm, Firavu^'un korkarak câriye olarak verdiği Hacer'i de alarak, Filistin'e döndü. Oradan Şam taraflarına gitti. Buradayken Sâre Hatunun isteği üzerine hazret-i Hacer'le evlendi. Bu evlilikten hazret-i İsmâil doğdu. Allah'ın emri ile Hacer'i, oğlu il2 birlikte Kudüs'ten Hicaz'a götürdü. ve bugünkü Mekke şehrinin bulunduğu yere bırakıp geri döndü. Mekke'nin üst tarafında bulunan Seniyye Mevkiine gelince, ellerini açarak onlar için duâ ettiği İbrâhin sûresi 37 ve 38. âyetlerinde bildirilmektedir. Bu ıssız ve çorak vâdide bir miktar hurma, bir dağarcık su ve oğlu iki yaşındaki İsmâil ile yanlız kalan hazret-i Hacer, bu işin Allah'ın emri ile olduğunu anlayıp tevekkülle sabretti; "Allahü teâlâ bize kâfisir. O bizi korur, himâye eder. Bizi başıboş bırakmaz" dedi. Semre ağacının dallarından yaptığı küçük barınakta kalıyorlardı. Yiyecekler ve suları bitince hazret-i İsmâil susuzluktan ağlamaya başladı. Hazret-i Hacer su bulmak ümidi ile Safâ Tepesine çıktı. Uçsuz bucaksız çölden ve ağaçsız çıplak tepelerden başka bir şey göremedi. Safâ'dan inip koşarak Merve Tepesine çıktı. Safâ ve Merve Tepeleri arasında su bulmak ümidi ile yedi defâ koşarak gidip deldi. Bu sırada İsmâil'in (aleyhisselâm) ayağını vurduğu veya Cebrâil aleyhisselâmın vurduğu yerden su fışkırıp akmaya başladı. Hazret-i Hacer heyecanlandı ve akan su ziyan olmasın diye "Dur! Dur!" mânâsına gelen "Zem! Zem!" diyerek suyun etrâfını çevirdi. Sudan oğlu İsmâil'e (aleyhisselâm) içirdi ve kendisi de içti. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde "Allah İsmâil'in annesi Hacer'e rahmet etsin. O, zemzemi kendi hâline bıraksaydı da avuçlamasaydı, muhakkak zemzem akan bir ırmak olurdu. " buyurmuştur. Mekke'nin yakınında konaklayan Cürhüm kabilesi zemzem suyunu görünce hazret-i Hacer'den izin alarak oraya yerleştiler ve böylece Mekke şehri kuruldu. Bir müddet sonra hazret-i İbrâhim hanımını ve oğlunu ziyârete geldiğinde onları bolluk ve bereket içinde buldu. Hazret-i İsmâil konuşmaya başlayınca hazret-i İbrâhim üç gün üst üste gördüğü rüyâ üzerine onu kurbân etmeye karar verdi. Zilhicce ayının 9 ve 10. gügü de aynı rüyâyı görünce sahih olduğunu anladı. Bir bahâneyle annesinden izin alarak kurban etmek için götürdü. Şeytan, insan sûretinde annesi Hâcer'e hazret-i İsmâil'e ve hazret-i İbrâhim'e göründü ve onlara vesvese vermeye çalıştı ise de dinlemediler. Hazret-i İsmâil, şeytanın arkasından yedi tâne taş attı. Hazret-i İbrâhim, bugün Minâ denilen yere gelince, oğluna rüyâsını ve Allah'ın emrinin kendisini kurbân etmek olduğunu açıkladı. Hazret-i İsmâil'i tevekkülle hazırladı. Yere yatırıp bıçağı boynuna çaldı ise de bıçak, Allah'ın emri ile kesmedi. Taşa vurdu, taşı kesti. Nihâyet Cebrâil aleyhisselâm Cennetten bir koç getirdi. Cebrâil aleyhisselâm makâmından "Allahü ekber, Allahü ekber" diyerek geldi. Hazret-i İbrâhim bu tekbiri işitince; "La ilâhe illallahü vallahü ekber" dedi. Hazret-i İsmâil de; "Allahü ekber ve lillâhil hamd. " diyerek tekbiri tamamladı. Hazret-i İbrâhim koçu kurban etti. Onların bu hâli Kur'ân-ı kerimde anlatılmakta ve meâlen; "Muhakkak ki bu açık bir imtihandı. " buyrulmaktadır. Hazret-i İbrâhim kurban hâdisesinden sonra Sâre'nin yanına döndü. Hazret-i İsmâil büyüyünce Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. Annesi hazret-i Hâcer de vefât etti ve Kâbe temelinin bitişiğine defnedildi. Hazret-i İbrâhim yine ara sıra gelip gidiyordu. Allahü teâlâ Kâbe'nin yapılmasını emredince baba oğul Kâbe'nin eski temelini bulup yeniden inşâ ettiler ve şöyle duâ ettiler: "Ey Rabbimiz bizden bu hayırlı işi kabul et. Hakikaten sen duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin." Hazret-i İsmâil, babası hazret-i İbrâhim'in vefâtından sonra, Yemen'den gelip Mekke'ye yerleşmiş olan Cürhüm kabilesine peygamber olarak gönderildi. Kendisine başka kitap ve din verilmeyip, babası İbrâhim aleyhisselâmın dinini insanlara tebliğ etti. İnsanları elli yıl imâna dâvet etti, ancak pek az kimse imânla şereflendi. Filistin'e giderek hazret-i İbrâhim'in kabrini ziyâret etti. Sonra Şam'a gidip kardeşi İshak aleyhisselâm ile görüştü. Hazret-i İsmâil'in 12 oğlu ve pekçok torunu oldu. Onun dini İslâmiyet gönderilinceye kadar doğru olarak devâm etti. Muhammed aleyhisselâmın bütün dedeleri hazret-i İsmâil'in soyundan ve onun dinindendi. Vefâtına yakın kardeşi İshâk'ı aleyhisselâm yanına dâvet edip, kızını oğlu Iys'a nikâhladı ve bâzı vasiyetlerde bulundu. Mekke'de 133 veya 137 yaşlarındayken vefât etti. Mescid'i Haramda Kâbe-i muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan ve annesi Hâcer'in kabrinin bulunduğu Hatim denilen yere defnedildi. Mûcizeleri: 1-Dikenli bir arâzide yaşayan müşriklerin teklifi üzerine duâ edip, dikenli ağaçlarda çeşitli meyveler bitmiştir. 2- Cürhümileri imâna dâvet ettiği zaman, onlar kısır koyundan süt çıkarmasını istediler. O da elini koyunun sırtına koyarak; "Beni peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın ismi ile. . . " dediği anda koyunun memelerinden süt akmaya başladı. 3- İsmâil aleyhisselâmın duâsı bereketiyle koyunların yünleri ipek oldu ve sayıları çoğaldı. 4-Kendisine misâfir gelen iki yüz Yemenliye ikrâm edecek bir şey bulamayınca mahcub oldu. O anda duâ etti ve yanındaki kumlar un oldu. Bunu gören misâfirlerin hepsi imâna geldiler. Kur'ân-ı kerim'in, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, En'âm, İbrâhim, Meryem, Enbiyâ ve Sâd sûrelerinde İsmâil aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.



HZ. ISHÂK (a.s)

Ibrahim (a.s)'in Hz. Sâre'den dogan ikinci oglu.

Hz. Sâre'nin çocugu olmadigi için kocasina cariyesi Hacer'i hediye etmistir. Hz. Hacer Hz. ismail'i dogurunca, Hz. Sâre üzülmüstür. Hz. ibrahim yüz yirmi yasinda Hz. Sâre doksan yasinda iken Allah'in bir lutfu ve mucizesi olarak ishâk (a.s) dogmustur (bk. Hâkim, Müstedrek, 11, 556).

Kur'an-i Kerim'de bu olay söyle anlatilir: "And olsun ki, elçilerimiz ibrahim'e müjde ile gelip; "Selâm", dediler. O da "Selâm" dedi ve eglenmeden gidip kizartilmis bir buzagi getirdi. Onlarin ellerinin buna uzanmadigini görünce hoslanmadi ve kalbine bir korku geldi. Onlar "korkma biz lût kavmine gönderildik" dediler. ibrahim'in ayakta duran zevcesi güldü. Biz de ona ishak'i ardindan da torunu Yâkub'u müjdeledik. Kadin "vay, kendim koca bir kari, su zevcimde bir ihtiyar iken ben mi doguracakmisim? Bu dogrusu pek sasilacak bir is" dedi. Melekler "ey evin hanimi. Allah'in rahmeti ve bereketleri üzerinize olmusken, nasil Allah'in isine sasacaksin. O Hamid ve Meciddir" dediler (Hûd, 11 /73).

Ishâk (a.s)'in tarih kitaplarinda anlatilari semâili söyledir. Uzun boylu, kara gözlü, bugday benizli, yüzü güzel, konusmasi düzgün, saçi, sakali bembeyazdi. Siret ve sureti babasi ibrahim (a.s)'a benzerdi (Hâkim, Müstedrek, 11, 557). Hz. ishâk'in Yakub ve 'Ays adinda iki oglu olmustur. Yakub (a.s) daha güzel yüzlü, daha düzgün konusmali ve zarafet ve güzelligi daha çok olandi. Ays, Rumlarin yasadigi bölgede ikamet etmisti (Hâkim, Müstedrek, l l, 557).

Ishâk (a.s) Kur'an-i Kerim'de de övülmüstür: "Ey Muhammed; güçlü ve anlayisli olan kullarimiz ibrahim, ishâk ve Yakub'u da an! Biz onlari âhiret yurdunu düsünen samimi kimseler kildik. Dogrusu onlar bizim yanimizda seçkin, iyi kimselerdir" (Sâd, 38/45-47). ishâk (a.s) babasinin ölümünden sonra Sam bölgesine peygamber olarak vazifelendirilmis, Allah'u Teâlâ onu seçkin ve hayirli bir insan eylemistir.

"Ibrahim'e salihlerden bir peygamber olmak üzere de ishâk'i müjdeledik. Hem ona hem de ishâk'a feyz ve bereketler verdik. Her ikisinin neslinden iyi hareket edeni de vardir, nefsine apaçik zulmedeni de vardir" (es-Sâffât, 37/112, 113).

Hz. Ishak rivayete göre yüzaltmis yaslarinda bu günkü Filistin'in bulundugu bölgede Kudüs yakinlarinda vefat etmis, babasi ibrahim (a.s)'in Mezradaki kabrinin yanina defnedilmistir (ibnu'l-Esîr el-Kâmil fi't- Tarih, 1, 127).
Abdullah YÜCEL

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

Hz. YA'KUB (a.s)

Kur'ân'da adi geçen peygamberlerden biri.

Ya'kûb (a.s)'in soyu, ishâk (a.s) vasitasiyle ibrahim (a.s)'a dayanmaktadir. O, ishak (a.s)'in ve ishak (a.s) da ibrahim (a.s)'in ogludur. Annesinin adi Refaka'dir. Kardesi Ays ile beraber, ikiz olarak dogmustur. Kardesinin ardindan dogdugu için ona Ya'kûb denmistir.

Ya'kûb (a.s)'in diger bir adi da israil'dir. Kardesi Ays'tan kaçarak dayisinin yanina giderken gündüzleri saklanmis ve geceleri yürümüstür. Bundan dolayi kendisine isrâil denmistir. Kelime olarak isrâil geceleyin (Allah'a) yürüyen demektir (et-Taberî, Tarih, Misir 1326, I,162 vd.).

Ya'kûb (a.s)'in dogumu ve peygamberligi daha önceden müjdelenmisti. Onun bu durumu Kur'ân'da söyle haber verilmistir:

Biz ona (ibrahim (a.s)'in hanimina) ishâk'i müjdeledik. ishâk'in ardindan da (torunu) Yaküb'u"(Hûd, 11/71).

Bu âyette ayni zamanda, Yakûb (a.s)'in yukarida sunulan soyu da dile getirilmistir.

Ya'kûb (a.s), önce dayisi Lebân'in büyük kizi Leyya ile ve ondan sonra ad küçük kizi Râhil ile evlenmistir. Leyya'dan Rabil, Yehuza, sem'ûn ve Lavi adindaki ogullari dogmustur. Râhil'den de Yûsuf ve Bünyamin dünyaya gelmistir. Ya'kflb (a.s)'in diger iki hanimindan alti oglu daha vardi. Toplam on iki erkek evlada sahipti (ibn Kuteybe, Kilabu'l-Meârif, Beyrut 1970,19; ibn Haldun, Tarih, Beyrut, 1971, I, 39).

Kur'ân'in birçok yerinde Ya'kûb (a.s)'in peygamberliginden ve çesitli faziletlerinden bahsedilmektedir. Onun peygamberligini dile getiren bazi âyetlerin meâli söyledir:

Nihayet (ibrahim) onlardan ve Allah'in disinda taptiklari seylerden uzaklasip bir tarafa çekildigi zaman, biz ona ishâk'i ve Ya'kub'u bagisladik ve her birini peygamber yaptik. Onlara rahmetimizden bagista bulunduk ve kendilerine güzel ve üstün bir san, söhret nasip ettik" (Meryem, 19/49, 50).

"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettigimiz gibi, sona da vahyettik. Nitekim ibrahim'e, ismail'e, ishak'a, Yakub'a, torunlarina, isâ'ya, Eyyüb'e, Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a da vahyetmis ve Davud'a da Zebur'u vermistik" (en-Nisâ, 4/163).

Ya'kub (a.s)'in kuvvetli, basiretli ve halis (samimi) bir kisilige sahip oldugunu anlatan bazi âyetlerin meâli de söyledir:

Kuvvetli ve basiretli kullarimiz ibrahim'i, ishâk'i ve Ya'kûb'u da an. Biz onlari ahiret yurdunu düsünme özeligiyle temizleyip, kendimize hâlis kul yaptik" (Sâd, 38/45, 46).

O, diger peygamberler gibi Allah'in hidâyetine erdirilen ve güzel davranan yüce bir kisi idi. Kur'ân'da bu hususta söyle buyurulmaktadir:

"Biz ona (ibrahîm'e) ishâk'i ve ishâk'in oglu Ya'kûb'u da hediye ettik. Hepsine de dogru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nûh'a ve onun soyundan Dâvud'a, Süleyman'a, Eyyûb'e Yûsuf â Musa'ya ve Harûnâda yol göstermistik. Biz güzel davrananlara böyle karsilik veririz" (el-En'âm, 6/84)

Bir de Ya'kub (a.s) rüya tabir etmeyi de bilirdi. Yüce Allah Kur'ân-i Kerîm'de bu hususu söyle haber vermistir:

"Hani bir zaman Yûsuf babasina: Babacigim, ben (rüy'a) on bir yildiz, günesi ve ayi gördüm. Bunlari hepsinin bana secde ettiklerini gördüm, demisti. (Babasi Ya'kub ona söyle demsti): Yavrum, rü'yani kardeslerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü seytan, insana apaçik bir düsmandir! Böylece Rabb'in seni seçecek ve sana rü'yada görülen olaylarin yorumunu (veya Allah'in kitabinin ve peygamberlerin sünnetlerinin inceliklerini) ögretecek. Sana ve Ya'kûb soyuna nimetini tamlayacaktir. Nasil ki atalarin ibrahim'e, ve ishâk'a da nimetini tamamlamisti. süphesiz Rabb'in bilendir, hikmet sahibidir" (Yûsuf, 12/4, 5, 6).

Ya'kûb (a.s) bitmeyen tükenmeyen güzel bir sabra sahipti. O, sabriyla ve ümidiyle örnek bir peygamberdi. Kendisi, evlad acisi ve evlad ihanetiyle imtihan edildi. Kur'ân'da, onun hayati, Yûsuf (a.s)'in hayati ile iç içe anlatilmistir. Ya'kûb (a.s)'in gözlerinin kaybolmasina, saçlarinin agarmasina ve belinin bükülmesine sebep olan bu evlad imtihani ve onun örnek sabri, Kur'ân'da söyle haber verilmistir:

"(Ya'kûb kendisine hiyanet eden çocuklarina söyle dedi): Herhalde, nefisleriniz size bu isi süsleyerek sizi ona sürükledi. Artik bana güzelce sabretmek kaliyor. Belki de Allah, onlarin hepsini bana getirir. Çünkü O, bilendir, herseyi hikmetle (yerli yerince) yapandir. Ve yüzünü onlardan çevirdi de: "Ey Yûsuf üzerindeki tasam (gel, gel tam senin gelme zamanindir)! " dedi ve tasadan gözlerine ak düstü. (Acisini) yutkunuyor (açiga vurmamaya çalisiyordu). Dediler ki: "Vallahi sen, Yûsuf'u ana ana hasta olacaksin, yahut öleceksin!" (Ya'kûb aleyhisselâm onlara): "Ben üzüntü ve tasami yalniz Allah'a sikayet ederim ve Allah tan sizin bilmediginiz seyleri bilirim" dedi. (Ondan sonra söyle devam etti): "Ey ogullarim, gidin, Yûsuf'u ve kardesini arastirin. Allah'in rahmetinden ümit kesmeyin. Zira, kafir kavimden baskasi Allah'in rahmetinden ümit kesmez!" (Ya'kûb'un ogullari tekrar Misir'a Yûsuf'un yanina döndüklerinde dediler ki: "Ey vezir, bize ve çocuklarimiza darlik dokundu, degersiz bir bir sermaye ile geldik. Ama sen bizim için tam ölçü ver, bize tasadduk eyle. Çünkü Allah, tasadduk edenleri mükafatlandirir." (Yûsuf) dedi: "Sizler cahil iken, Yûsuf'a ve kardesine yaptiginiz(in kötülügünü) bildiniz mi (bundan tevbe ettiniz mi)?" "A, yoksa sen, sen Yûsuf' musun?" dediler. "Ben Yusuf'um, bu da kardesindir" dedi (ve söyle devam etti): "Allah bize lütfetti. (Bizi korudu, yüceltti). Kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, süphesiz Allah, iyilik edenlerin ecrini zayi etmez" "Vallahi, Allah seni bizden üstün kildi. Dogrusu biz suç islemistik! dediler (Yûsuf onlara): "Bu gün sizi kinama yok. Allah sizi bagislar. O, merhametlilerin merhametlisidir. simdi su gömlegimi götürün, babamin yüzüne koyun da gözü açilsin. Ve bütün ailenizle birlikte bana gelin" dedi. Kervan (Misir'dan) ayrilip yola koyulunca, babalari, (yaninda bulunanlara): "Eger bana bunak demezseniz, (inanin ki) ben Yûsuf'un kokusunu duyuyorum"dedi. "Vallahi sen hâlâ eski saskinligin içindesin" dediler. Müjdeci gelip de (Yûsuf'un gömlegini) (Ya'kûb)'un yüzüne koyunca, derhal (gözü açildi), görür oldu. "Size demedim mi ben, Allah'tan sizin bilmediginiz seyleri bilirim?" dedi. (Ogullari): "Ey babamiz, bizim için günahlarimizin bagislanmasini dile. Gerçekten biz günah isledik"dediler. (Ya'kub onlara): "Sizin için Rabb'ime istigfar edecegim. süphesiz O, bagislayan, esirgeyendir"dedi. (Hep beraber Misir'a hareket ettiler.) Nihâyet Yûsuf'un yanina vardiklarinda, (Yûsuf) ana-babasini kendisine çekip kucakladi ve: Âllah'in dilegiyle, güven içinde Misir'a girin!"dedi. Anasini babasini tahti üstüne çikardi ve hepsi onun için secdeye kapandilar (ona kavustuklari için Allah â sükür secdesi yaptilar veya onun önünde saygi ile egildiler. Yûsuf: "Babacigim, iste bu, önceden (gördügüm) rüyanin yorumudur. Rabb'im onu gerçek yapti. Bana iyilik etti. Zîra seytan, benimle kardeslerim arasina fitne soktuktan sonra, O, beni zindandan çikardi. Sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabb'im, diledigi seyi çok ince düzenler. O (her tedbiri) bilen, her seyi yerli yerince yapandir" dedi. "(Yûsuf, 12/83-100).

Bu âyetlerde de ifade edildigi gibi, Ya'kûb (a.s)'in çocuklari, neticede yaptiklarina pisman oldular. Babalarindan ve kardesleri Yûsuf (a.s)'dan özür dilediler. Babalari Ya'kûb (a.s) ve kardesleri Yusuf (a.s) onlari bagisladilar ve onlar için Allah'a yalvarip dua ettiler. Cebrâil (a.s), Ya'kûb (a.s)'a gelerek, çocuklari için yaptigi duasinin kabul edildigini ve çocuklarinin Allah tarafindan bagislandiklarini müjdeledi (es-Salebî, el-Arais, Misir 1951,140 vd.).

Yak'ub (a.s) da diger peygamberler gibi insanlari Allah'a inanmaya ve O'na ibadet etmeye çagirdi. Kendisi bu yolda fevkalade örnek bir hayat yasadi.

Kur'ân-i Kerîm'de bildirildigi gibi, Yakub (a.s), ibrâhim (a.s)'in yaptigi gibi, ruhunu teslim etmeden önce, çocuklarina vasiyette bulundu: "O zaman (Yâ'kûb), ogullarina; "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demisti. (Onlar da): "Senin Rabb'in ve atalarin ibrâhim, ismâil ve ishâk'in Rabb'i olan tek Allah'a kulluk edecegiz. Biz O'na teslim olanlariz" dediler" (el-Bakara, 2/133).

 

Nureddin TURGAY

Kaynak: Samil Islam ansiklopedisi

Hz. YÛSUF (a.s)
Kur'an'da ismi geçen Beni israil peygamberlerinden biri.

Hz. Yûsuf Kurân'da adi geçen peygamberlerden birisi olup, Yakub Peygamber'in ogludur. Nesebi Hz. ibrahim'e kadar varir (Kamil Miras, Tecrid Tercemesi, IX, 139).

Kur'ân-i Kerîm'de kendi adini tasiyan bir sûre vardir. Tamami 111 âyet olan bu sûrenin 98 âyeti (4-101) Hz. Yûsuf'tan bahseder. Bu âyetlerde anlatildigina göre Hz. Yûsuf'un hayat hikâyesi özetle söyledir:

Hz. Yûsuf'un on bir tane erkek kardesi vardi. Yûsuf fevkalâde güzel ve son derece zekî idi. Babalari Hz. Yakub en çok Yûsuf'u seviyordu. Bu sevgiyi agabeyleri kiskaniyorlardi.

Yûsuf (a.s) bir gece rüyasinda on bir yildizin, günes ve ayin kendisine secde ettiklerini gördü. Bu rüyayi babasina anlatti. Babasi rüyanin, Hz. Yûsuf'un büyük bir adam olacagina isaret oldugunu anladi ve Yûsuf'a rüyasini agabeylerine anlatmamasini tembihledi. Ancak, agabeyleri bundan haberdar oldular ve Yûsuf'u öldürüp bir yere atmayi planladilar. Babalarindan izin alarak, gezip eglenmek bahanesiyle Yûsuf'u alip kirlara,götürdüler. Onu bir kuyuya attilar, gömlegini da kana bulayarak, "Yûsuf'u kurt kapti" diye babalarina yalan söylediler.

Kuyunun yanindan geçmekten olan bir kafile Yûsuf'u buldu ve köle olarak satmak üzere alip, Misir'a götürdüler. Orada az bir fiyatla onu Azîz (maliye bakani)'e sattilar.

Azz'in hanimi Yûsuf'a göz koydu. Onu kendisiyle beraber olmaya çagirdi. Yûsuf (a.s) bunu kabul etmeyince, ona iftira edip kocasina sikayet etti ve hapse attirdi.

Hz. Yûsuf senelerce hapiste kaldi. Orada hükümdarin serbetçisi ve asçisi ile tanisti. Onlarin gördükleri dünyalarin yorumunu yapti. Birisinin, kurtulup efendisinin hizmetine devam edecegini, digerinin ise öldürecegini söyledi. Sonunda dedigi çikti. Hz. Yûsuf, kurtulana, kendisini efendisinin yaninda anmasini istedi.

Hükümdar bir gece rüyasinda yedi zayif inegin yedi semiz inegi yedigini ve yedi yesil basakla yedi kuru basak gördü. Bu rüyanin yorumunu yaptirmak istedi. Hz. Yûsuf'un rüya yorumu yaptigini ögrendi ve onu hapisten çikarip, rüyasini anlatti. Hz. Yûsuf, yedi sene bolluk olacagini, pesinden gelen yedi senenin ise kitlikla geçecegini söyledi. Bunun üzerine hükümdar, Hz. Yûsuf'u maliye bakanligina getirdi. Yûsuf (a.s) bolluk yillarinda bütün ambarlari zahire ile doldurttu; kitlik yillari gelince bu zahireyi halka dagitmaya basladi. Ayni kitlik, Hz. Yûsuf un babasinin memleketi olan Ken'an diyarinda da yasandi.

Yûsuf (a.s)'un kardesleri de zahire almak için iki kez Ken'an ilinden Misir'a geldi. Sonunda Yûsuf (a.s) kardeslerine kendini tanitti ve onlari affettigini belirterek, "Bugün azarlanacak degilsiniz, Allah sizi bagislar, o merhametlilerin merhametlisidir" (Yûsuf, 92) dedi. Yûsuf (a.s), babasi, annesi ve kardeslerinin tamamini Misir'a davet etti.

Ailesi Misir'a vardiginda Yûsuf (a.s) anne ve babasini tahta oturttu; diger onbir kardesi ise Hz. Yûsuf'un önünde egildiler. O zaman Yûsuf (a.s); "Babacigim, iste bu vaktiyle gördügüm rüyanin çikisidir; Rabbim onu gerçeklestirdi. seytan benimle kardeslerimin arasini bozduktan sonra, beni hapisten çikaran, sizi çölden getiren Rabbim, bana pek çok iyiliklerde bulundu. Dogrusu Rabbim, dilegine lütufkardir. O süphesiz, bilendir, hâkimdir" (Yûsuf,100) dedi. Bu sekilde israil ogullari, Filistin'den Misir'a gelip yerlesmis oldu. Bir süre sonra Yakub (a.s) vefat etti. Yûsuf (a.s), Allah Teâlâ'ya söyle münacatta bulundu: "Rabbim, bana hükümdarlik verdin, rüyalarin yorumunu ögrettin. Ey göklerin ve yerin yaratani! Dünya ve âhirette koruyanim sensin! Benim canimi, Müslüman olarak al! Ve beni iyilere kat!" (Yûsuf, 101). Yûsuf (a.s)'un hayat hikayesi Kur'ân-i Kerîm'de "Ahsenü'l-Kasas, Kissalarin en güzeli" ünvanini aldi. Pek çok olaylari içeren bu hayat hikâyesi için Allah Teâlâ söyle buyurdu: Ândolsun ki, Yûsuf ve kardeslerinin olayinda, soranlara nice ibretler vardir" (Yûsuf, 7).

Yûsuf (a.s)'un defnedildigi yer, rivâyetlere göre, Ibrahim (a.s)'in medfun bulundugu Kudüs yakinlarinda Halilü'r-Rahman kasabasindadir.

Mefail HIZLI

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi


HZ. EYYÛB (a.s.)

Hz. Ibrahim soyundan gelen bir peygamber.

Eyyûb (a.s.)'dan Kur'an'da dört yerde bahsedilir ve sabir örnegi olarak takdim edilir (en-Nisâ, 4/163; el-En'âm, 6/84; el-Enbiyâ, 21/83; Sâd, 38/41). Tevrat'ta da "Eyûb" adiyla müstakil bir kitap, Hz. Eyyûb'un kissasina tahsis edilmistir.

Islâm kaynaklarina göre Havrân bölgesinde yasayan ve çok zengin olup, sayisiz mali-mülkü, birçok oglu kizi bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmistir. Sabah-aksam ümmeti ve Allah'a ibâdetle mesgul olan Hz. Eyyûb, Rabbinin bir imtihânina mârûz kalmis, bütün servetini, çocuklarini kaybettigi gibi seytanin kendisine musallat olmasi neticesinde kalbi ve dili hâriç bütün vücudunda çibanlar çikmis, iltihapli yaralar açilmis, yaralarina kurtlar dolmus ve vücudu bozulup kokmaya baslamisti. Bu durumda kocasina hizmete sebât eden esi "Rahmet" hariç hiç kimse onun yanina yanasmadigindan cemiyetten çekilmek mecburiyetinde kalmis, fakat hiçbir zaman sabrini ve Cenâb-i Hakk'a bagliligini kaybetmemistir. Farkli rivâyetlere göre 3, 7, 13 veya 18 sene gibi epey uzun süren bu sikintili dönemden sonra sabriyla imtihâni kazanan Eyyûb (a.s.) Cenâb-i Hakk'in lütfu ve emriyle ayagini yere vurmus, fiskiran su kaynagindan yikanip içerek eski sihhati ve güzelligine kavusmustur. Ayrica kendisine yeniden birçok servet ve çocuk da ihsân edilmistir.

Genellikle kabul edildigine göre bu imtihana ugradigi sirada yetmis yasinda olan Hz. Eyyûb, sifâ bulduktan sonra yirmi yil daha yasamis, diger bazi rivâyetlere göre ise hastaligindan önceki kadar daha ömür sürmüstür. Kendisinden sonra Bisr adindaki bir oglu, kavmine peygamberlik yapmistir.

Ahmet ÖNKAL
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

Hz. SUAYB (a.s)

Kur'an'da adi geçen peygamberlerden. Medyen ve Eyke halkina peygamber olarak gönderildi. Bu iki ülkede ayri ayri mücadelede bulundu. Bu iki toplumla yaptigi mücadelesi, çesitli ayetlerde geçmektedir.

Medyen ve Eyke, daglik ve ormanlik olan iki ülke idi. Medyen topraklari, Hicaz'in kuzey batisinda, oradan Kizildeniz'in dogu sahiline, güney Filistin'e, Akabe Körfezi'ne ve Sina Yarimadasi'nin bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer alir.

Kur'an'in Medyen halki hakkinda anlattiklarinin önemini kavramak için, bu insanlarin, Hz. ibrahim'in üçüncü hanimi Katurah'tan olma oglu Midyan'in soyundan geldikleri iddialarina dikkat edilmelidir. Dogrudan dogruya onun neslinden gelmemis olduklari halde, tümü onun soyundan olduklarini iddia etmislerdir. Çünkü eski bir gelenege göre, büyük bir zata bagli olan herkes, daha sonra yavas yavas onun torunlari arasinda sayilmaya baslanirdi. Nitekim Hz. ismail'in (a.s) soyundan gelmemesine ragmen bütün Araplara "ismailogullari" denmistir. Hz. Yakub (a.s)'in soyu (israilogullari) için de durum aynidir. Ayni sekilde, Hz. ibrahim (a.s)'in çocuklarindan biri olan Midyan'in etkisi altina giren tüm bölge halkina Bena Medyen (Medyenogullari) ve onlarin oturdugu yerlere de, Medyen bölgesi dendi (ez-Zirikl, Kâmûsû'l-A'Iâm, VI, 4244; Yakut el-Hamev, Mu'cemü'l-Büldan, Beyrut 1956, V, 77).

Suayb (a.s), Hz. ibrahim'in torunlarindan Mikâil'in ogludur. Annesi ise Hz. Lut'un kizidir (et-Taber, Tarih, Misir 1326,I, 167; es-Sa'leb, el-Arâis, Misir 1951, s. 164; M. Asim Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1990, I, 327).

Yüce Allah'tan Suayb (a.s)'a kitab veya sahife gönderilmedi. O, Âdem, sit, idris, Nuh ve ibrahim'e indirilen sahifeleri okudu ve onlarla tebligde bulundu (Ibn Asakir, Tarih, Beyrut 1979, VI, 322).

Suayb (a.s) büyük bir hatipti. insanlari güzel söz ve nasihatlarla aydinlatmaya çalisti. Dolayisiyla ona peygamberler hatibi denilmistir (ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire 1977, II, 118).

Suayb (a.s) ayni zamanda Musa (a.s)'in kayinpederi idi. Kizi Safura'yi Musa (a.s) ile evlendirmisti (ibnü'lEsir, el-Kâmil, Beyrut 1965, 177).

Suayb (a.s)'in Peygamber olarak Medyen'e gönderilmesi ve Medyenlilerle mücadelesi, Kur'an'da söyle bildirilir:

"Medyen'e de kardesleri suayb'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin ondan baska ilahiniz yoktur. Size Rabbinizden açik bir delil geldi. Ölçüyü ve tartiyi tam yapin, insanlarin esyalarini eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayin. Eger inanan (insan)lar iseniz böylesi sizin için daha iyidir!... Ve her yolun basina oturup da tehdit ederek insanlari Allah yolundan çevirmege ve O (Allah yolu)nu egriltmeye çalismayin. Düsünün siz az idiniz, O sizi çogaltti ve bakin bozguncularin sonu nasil oldu!... Eger içinizden bir kismi benimle gönderilene inanmis, bir kismi da inanmamis ise, Allah aramizda hükmedinceye kadar sabredin. O, hükmedenlerin en iyisidir" (el-A'raf, 7/85,86,87).

Görülüyor ki Suayb (a.s) onlari Allah'a kulluk etmeye, insan haklarina saygili olmaya, her türlü bozgunculuktan uzak durmaya ve bu yolda sabirla hareket etmeye davet ediyordu. Fakat Medyen halki Suayb (a.s)'in nasihatlarini dinlemediler ve kötü hareketlerinde daha ileri gittiler. Onlarin bu isyan ve sapkinliklari, Kur'an'da söyle haber verilir.

"Dediler ki: Ey Suayb, senin söylediklerinden çogunu anlamiyoruz, biz seni içimizde zayif görüyoruz. Kabilen olmasaydi, seni mutlaka taslarla(öldürür)dük! Senin bize karsi hiç bir üstünlügün yoktur!" (Hd 11/91).

Suayb (a.s) onlarin bu taskinliklarina karsi nasihat ediyor ve onlari büyük bir azap ile kokutuyordu:

(Suayb onlara de ki): Ey kavmim, size göre kabilem Allah'tan daha mi üstün ki, O'nu arkaniza atip unuttunuz? süphesiz Rabbim, yaptiklarinizi kusaticidir. (Ondan bir sey gizli kalmaz.)

Ey kavmim, oldugunuz yerde (yaptiginizi) yapin, ben de yapiyorum. Yakinda kime azabin gelip kendisini rezil edecegini ve kimin yalanci oldugunu bileceksiniz. Gözetin, ben de sizinle beraber gözetmekteyim."(Hd, 11/92-93)

Her türlü mücadelede, teblig ve nasihate ragmen, Allah'in emirlerini dinlemeyen, zulüm, taskinlik ve kötülükte israr eden Medyen halki, azabi hak etmisti: Derken o (müthis) sarsinti onlari yakalayiverdi, yurtlarinda diz üstü çöke kaldilar. suayb'i yalanlayanlar, sanki yurtlarinda hiç oturmamis gibi oldular. suayb'i yalanlayanlar... iste ziyana ugrayanlar, onlar oldular" (el-A'raf, 7/91-92).

Medyen halki, kfirlerin kaçinilmaz sonu olan azaba maruz kaldiktan sonra Suayb (a.s) onlara acimisti. Bu durum, Ku'an'da söyle bildirilir:

(Suayb), onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim, ben size Rabbimin gönderdigi gerçekleri duyurdum ve size ögüt verdim. Artik kâfir bir kavme nasil acirim!.." (el-A'raf, 7/93)

Buna göre, Allah'in emirlerini dinlememede israr eden ve bunun neticesinde Allah'in azabi ile cezalandirilanlara acimamak gerekir. Çünkü bu cezayi hak etmis oluyorlar.

Suayb (a.s) Medyenlilerle beraber, Eyke halkina da peygamber olarak gönderilmisti. Onlarla da önemli mücadelelerde bulundu. Onlarla olan mücadelesi ve onlarin isyankârligi, Kur'an'da söyle özetlenmektedir.

Gerçekten Eyke halki da zalim kimselerdi" (el-Hasr, 15/78).

Eyke halki da gönderilen elçileri yalanladi. Suayb, onlara demisti ki: (Allah'in azabindan) korunmaz misiniz? Ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim. Artik Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden buna karsi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalniz alemlerin rabbine aittir. Ölçüyü tam yapin, eksiltenlerden olmayin. Dogru terazi ile tartin. insanlarin haklarini kismayin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karisiklik çikarmayin, Sizi ve önceki nesilleri yaratan(Allah)tan korkun" (es-suar, 26/176,177,178,179,180,181,182,183,184).

Eykeliler, Suayb (a.s)'in telkinlerine karsi ters hareket ettiler. Söz dinlemeyip isyanda bulundular. Hatta, Suayb (a.s)'a hakaret ettiler. Onlarin bu isyani, Kur'an'da söyle dile getirilir:

"Dediler: Sen iyice büyülenmislerdensin. Sen de bizim gibi bir insansin, biz seni mutlaka yalancilardan saniyoruz" (es-suarâ, 26/185, 186) .

Eykeliler bununla bile yetinmediler. Azab isteyecek kadar, ileri gittiler: "Eger dogrulardansan, o halde üzerimize gökten parçalar düsür" (es-suarâ, 26/187) diyerek Suayb (a.s)'a meydan okudular. Suayb (a.s) onlara söyle cevap verdi: "Rabbim, yaptiginizi daha iyi bilir" (es-suara, 26/188). Yüce Allah da, onlara verilen azabi, söyle haber veriyor: "O'nu yalanladilar. Nihâyet o gölge gününün azabi, kendilerini yakaladi. Gerçekten o, büyük bir günün azabi idi. Muhakkak ki, bunda bir ibret vardir. Ama yine çoklari inanmazlar" (es-suarâ, 26/189, 190).

Ayette söz konusu olan "gölge gününün azabi" hakkinda, müfessirler söyle bir açiklamada bulunuyorlar: Eykeliler azab isteyince, günes yedi gün müthis bir sicakligi yaydi. O sirada gökyüzünde bir bulut belirdi ve serin bir rüzgar esti. Eyke'liler bulutun gölgesinde toplandilar. Birden o buluttan bir ates indi ve Eyke halki yeryüzünden silindi (el-Beydav, Envaru't-Tenzl, Misir 1955, II, 84).

Medyen ve Eyke halki Hz. suayb'i dinlemediler ve bunun neticesinde, yukarida sunulan âyetlerde ifâde edildigi gibi helâk oldular. Allah'i dinlememenin, peygambere uymamanin ve yanlis yollara sapmanin cezasini buldular. Suayb (a.s), kendisine uyanlarla birlikte Mekke'ye gidip yerlesti.

Orta boylu, bugday benizli biri olan Suayb (a.s), hayatinin sonuna dogru gözlerini kaybetmisti, amâ olarak yasiyordu. Mekke'de vefât etti. Türbesinin, Kâbe'nin batisinda, Darünnedve ile Benu Semh kapisinin arasinda oldugu rivâyet edilir (et-Taberî, Tarih, Misir 1326, I, 167; Ibn Kuteybe, Kitabü'l-Maârif, Beyrut 1970, s. 19: Ibn Asakir, Tarih, Beyrut, 1979, VI, 322).

Nureddin TURGAY
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

Hz. MÛSA (a.s)

Allah Teâlâ'nin, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat'i verdigi ve yeryüzünde dinini teblig edip, hakim kilmasi için gönderdigi Ulu'l-Azm* peygamberlerden biri. Hz. ibrahim (a.s)'in soyundan olup, israilogullarinin akidelerini islah etmek ve onlari Allah Teâlâ'nin diledigi nizama kavusturmakla görevlendirilmisti. Küfürle mücadelesi Kur'ân-i Kerim'de uzun uzun anlatilmaktadir.

Hz. Adem (a.s)'den, Rasulullah (s.a.s)'e kadar pek çok peygamber gelmistir. Bu peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah Teâlâ'ya iman etmeye çagirmislar; bu yolda kâfirlerle savasmislar, yasadiklari diyarlardan çikarilmislar; ezilmisler, hor görülmüsler ve hatta öldürülmüslerdir.

Mûsa (a.s) da, Allah Teâlâ tarafindan israilogullari'na gönderilmis bir rasul idi. O da tipki kendisinden önce gönderilmis olan peygamberler gibi kavmini Allah'a iman etmeye çagirdi. Kavmine zulmeden ve ilâhlik iddiasinda bulunan Firavun'a karsi tevhid yolunda mücahede etti. Bu ugurda, bütün peygamberlerin karsisina çikan güçlükler, onun da karsisina çikti. Dogup büyüdügü diyardan çikarildi, kâfirler tarafindan öldürülmek gayesiyle kovalandi. Allah Teâla Kur'ân-i Kerim'de bir ayette Hz. Mûsa (a.s)'dan söyle bahsediyor: "Kur'ân'da Musa'yi da an. Çünkü o ihlâs sahibi idi ve israilogullari'na gönderilmis bir peygamber idi"(Meryem, 19/51).

Hz. Musa (a.s)'nin Firavun ile olan kissasi, Kur'an'in bazi sûrelerinde çesitli üslûplarda ve teferruatli olarak anlatilmistir. Firavun ve ordusunun Kizildeniz'de bogulmalari olayindan sonra, israilogullari ile ilgili kissasina da genisçe yer verilmistir.

Musa (a.s)'nin Firavun ile olan mücadelesi, bir sahsin bir kralla, bir peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret degildir. Bilâkis bu hak ile bâtil'in çatismasi, Rahman'in ordusu ile seytanin ordusunun kaçinilmaz savasidir. Aslinda hak ile bâtil arasindaki bu savas, insanoglunun yaratilisindan, insanlari islah etmek üzere nebîler ve rasullerin hayat sahnesine çikmasindan beri devam edegelmektedir.

Sapiklik ve bâtil, daima iblis ve onun ordusu tarafindan temsil edilmis, imana, tevhide, peygamberlige, kisaca Hakka sürekli meydan okumustur. Fakat kazanan daima Hak olmustur. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Muhakkak ki Biz peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatinda, hem de meleklerin sahid olacagi günde muzaffer kilacagiz" (el-Mü'min, 40/51).

Hz. Musa (a.s)'da gönderildigi kavmi cehalet ve sapiklik içerisinde buldu. Onlari Hakka davet etti, yurdundan çikarildi, savasti ve sonunda Allah Teâlâ'nin izniyle kazandi.

Hz. Musa (a.s)'nin Nesebi, Dogumu ve Hayati

Musa (a.s)'nin babasi, imran'dir Onun babasi Yahser, onun da babasi Kahes'dir. Nesebi Yakub (a.s)'a ulasir; ki, onun babasi Hz. ishak (a.s), onun da babasi Hz. ibrahim (a.s)'dir. Musa (a.s)'nin yaninda gördügümüz Harun (a.s) onun kardesidir. Allah Teâla, Musa (a.s)'yi Firavun'a, imana davet için gönderdiginde, Hz. Harun (a.s)'u da ona yardimci olarak seçmis ve görevlendirmisti. Hz. Musa (a.s) Allah Teâla'ya söyle dua ederek, kardesi Harun (a.s)'u kendisine yardimci yapmasini istemisti: "Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardimci) ver. Kardesim Harun'u (ver)" (Tâhâ, 20/29-30).

Hz. Musa (a.s), Misir'in çok zor günler yasadigi bir dönemde dogdu. Bu sirada, ilâhlik iddialarinda bulunarak haddi asan Firavun, israilogullari halkina dayanilamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu insanlari zulümle kasip kavuruyordu. israilogullari, Kipt kavminin muamelelerinden ve krallarinin agir baskilarindan bikmislardi. Misir'da yasamanin bir tadi kalmadigini biliyor ve dedelerinin yurdu olan Kenan illerine gitmek istiyorlardi. Ama onlardan her isinde istifade eden Firavun, yakalarini bir türlü birakmak istemiyordu. Onlara zulmün en akla gelmeyecek olanini yapti. Nitekim Kur'ân-i Kerim'de; "Biz sana Musa ve Firavun'un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için, gerçek olarak okuyacagiz. Çünkü Firavun o yerde (Misir'da) baskaldirmis ve ahalisini parçalara bölüp, kendisine baglamisti" (el-Kasas, 28/3-4) buyuruluyor.

Firavun, saltanati sirasinda israilogullarina çok kötü eziyetlerde bulundu; onlari köle yapti, en çirkin ve adî islerde çalistirdi. Allah Teâlâ, israilogullarini bu sikintidan, azgin Firavun'un serrinden, zulüm ve taskinliklarindan kurtarmak için Hz. Musa (a.s)'yi gönderdi.

Sa'lebî, Kisas-i Enbiya'sinda imam Suddî'den; Firavun'un bir rüya gördügünü, korkup kederlendigini naklediyor. Rüyasinda Kudüs tarafindan gelen bir ates gördü. Bu ates, Misir'a kadar uzanip, Firavun'un evlerini yakti. Fakat sadece Kipti'lere zarar verdi, israilogullari ise kurtuldular. Uyaninca hemen kâhin ve müneccimlerden rüyayi tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki; "israilogullari içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Misirlilarin helâkina ve senin kralliginin yok olmasina sebep olacak. Dogacagi zaman da iyice yaklasti."

Bu haber üzerine telaslanan Firavun, israilogullarin'dan dogan bütün erkek çocuklarin öldürülmesini emretti. Kur'ân-i Kerim'de bu olay söyle anlatiliyor: "Firavun, memleketin basina geçti ve halki firkalara ayirdi. içlerinden bir toplulugu güçsüz bularak onlarin ogullarini bogazliyor, kadinlari sag birakiyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi" (el-Kasas 28/4).

israilogullari arasinda is yapabilecek insanlarin azalmasi üzerine Kiptîlerin ileri gelenleri Firavun'a giderek, "Eger böyle öldürmeye devam ederseniz, ileride bizim islerimizi yapacak kimse bulamayacagiz" dediler. Firavun da erkek çocuklarin bir sene öldürülmesini, bir sene de öldürülmemesini emretti. Erkek çocuklarin öldürülmedigi sene Harun (a.s) dogdu. Öldürüldükleri sene ise Musa (a.s)...

Musa (a.s) dogunca, annesi çok üzüldü. Allah Teâlâ ona korkmamasini, üzülmemesini vahyetti. Kalbine bir rahatlik verdi. Bu, Kur'an'da söyle anlatiliyor: "Musa'nin annesine: "Çocugu emzir, basina geleceklerden korktugun zaman onu suya (Nil'e) birak. Korkma, üzülme. Biz süphesiz onu sana döndürecegiz ve peygamber yapacagiz" diye bildirmistik" (el-Kasas, 28/7).

Musa (a.s)'nin annesi de ilham edileni yapti ve yavrusunu bir muhafaza içerisinde suya birakti. Ablasina da, "Onu izle" dedi. Musa (a.s)'yi tasiyan sandik, Allah'in izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firavun'un sarayina ulasti. Yikanmakta olan cariyeler, sandigi bulup Firavun'un karisina götürdüler. Allah Teâlâ, Firavun'un karisi Asiye'nin kalbine bu çocugun sevgisini koydu. Firavun çocugu görünce öldürmek istedi. Ancak Asiye, çocugu kendisine vermesini istedi. Çünkü hiç çocuklari olmuyordu. Kur'an-i Kerim, bunu söyle anlatiyor: "Firavun'un karisi: Benim de senin de gözün aydin olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydali olur, yahut onu ogul ediniriz" dedi. Aslinda isin farkinda degillerdi" (el-Kasas, 28/9).

Hz. Musa (a.s) acikinca onu emzirmek icab etti. Fakat o kimseden süt emmek istemiyordu. Allah Teâlâ, bunu söyle zikrediyor: "Önceden, süt annelerinin memesini kabul etmemesini sagladik. Musa'nin ablasi; "size, sizin adiniza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkini tavsiye edeyim mi?" dedi. Böylece onu, annesinin gözü aydin olsun diye, ona geri çevirdik. Fakat çogu bilmezler" (el-Kasas, 28/12-13).

Musa (a.s) böylece annesine dönmüs oldu. Üstelik Firavun'un sarayinda büyüdü. Firavun ailesinin sevgisini kazandi. Allah Teâlâ söyle buyuruyor: "Musa erginlik çagina gelip olgunlasinca ona hikmet ve ilim verdik. iyi davrananlari böyle mükâfatlandiririz" (el-Kasas, 28/14).

Yetisip delikanlilik çagina gelen Musa (a.s) bir gün sehre indi. Ögle üzeriydi. Dükkanlar kapaliydi ve halk evlerinde istirahat ediyordu. Kur'ân-i Kerim'de, sehirde geçen hadise söyle anlatiliyor; "Musa, halkinin haberi olmadigi bir zamanda sehre idi. Biri kendi adamlarindan, digeri de düsmani olan iki adami dövüsür buldu. Kendi tarafindan olan kimse, düsmanina karsi ondan yardim istedi. Musa, onun düsmanina bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. "Bu seytanin isidir; çünkü o apaçik saptiran bir düsmandir" dedi. Musa, "Rabbim! dogrusu kendime yazik ettim, beni bagisla" dedi. Allah da onu bagisladi. O, süphesiz bagislayandir, merhamet edendir. Musa; "Rabbim! Bana verdigin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardimci olmayacagim " dedi. sehirde, korku içinde, etrafi gözeterek sabahladi. Dün kendisinden yardim isteyen kimse, bagirarak ondan yine yardim istiyordu. Musa ona: "Dogrusu sen besbelli bir azginsin " dedi. Musa, ikisinin de düsmani olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana kiydigin gibi bana da mi kiymak istiyorsun? Sen islah edenlerden degil, ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun"dedi" (el-Kasas, 28/15-19).

israillinin, olayi agzindan kaçirmasi üzerine, bütün halk Musa (a.s)'nin Misirliyi öldürmüs oldugunu ögrendi. Daha sonra bir adam kosarak geldi ve kendisini öldüreceklerini söyledi.

"Musa korku ipinde çevresini gözetleyerek oradan çikti. Rabbim! Beni zalim milletten kurtar" dedi. Medyen e dogru yöneldiginde: "Rabbimin bana dogru yolu gösterecegini umarim ", dedi" (el-Kasas; 28/21-22).

Musa (a.s) böylece yurdundan uzaklasti. Yanina yiyecek hiç bir sey de almamisti. Tam sekiz günlük yolu, agaç yapraklari yiyerek asti. Misir ile Medyen arasi sekiz günlük bir mesafedir. Allah Teâlâ'nin bu seçkin kulu, aç ve bitap düsmüs olarak bu uzun mesafeyi katetti ve nihayet Medyen'e ulasti. Kur'ân-i Kerim'de kissa söyle devam ediyor:

"Medyen suyuna geldiginde, davarlarini sulayan bir insan toplulugu buldu. Onlardan baska, hayvanlarini sudan alikoyan iki kadin gördü. Onlara: "Derdiniz nedir?"dedi. "Çobanlar ayrilana kadar biz sulamayiz. Babamiz çok yaslidir (onun için bu isi biz yapiyoruz) " dediler. Musa onlarin davarlarini suladi. Sonra gölgeye çekildi: "Rabbim! Dogrusu bana indirecegin hayra muhtacim" dedi" (el-Kasas, 28/23-24).

Ibn-i Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye'de bu olayi söyle anlatiyor: "Medyen suyunda çobanlar koyunlari suladiktan sonra, kuyunun agzina büyük bir kaya koyarlardi. Bu iki kadin da artan sularla koyunlarini sulamaya çalisirlardi. Musa (a.s), kayayi kuyunun agzindan tek basina kaldirdi, su çekti ve kadinlarin koyunlarini suladi. Sonra tekrar kayayi yerine koydu. Bu kayayi ancak on kisi kaldirabilirdi. Musa (a.s) ise, on kisinin halledebilecegi bu isleri tek basina halletmisti. Kizlar babalarina gidip Hz. Musa'yi ve yaptigi iyiligi anlattilar. Kur'an-i Kerim'de kissa söyle devam ediyor:

"O sirada, kadinlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çagiriyor dedi. Musa ona gelince, basindan geçeni anlatti. O: "Korkma! Artik zâlim milletten kurtuldun"dedi. iki kadindan biri: "Babacigim, onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarinin en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdir, dedi. Kadinlarin babasi bana sekiz yil çalismana karsilik bu iki kizimdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eger on yila tamamlarsan, o senden bir lütuf olur. Ama sana agirlik vermek islemem. insallah beni iyi kimselerden bulacaksin" dedi. Musa: "Bu seninle benim aramdadir. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayim, bir kötülüge ugramayacagim. Söylediklerimize Allah vekildir" dedi" (el-Kasas, 28/25-28).

Ibn-i Kesir söyle diyor: "Kizlarin babasinin kim oldugu hakkinda görüs ayriligi vardir. Bunun Suayb (a.s), oldugu hususunda kanaatler vardir. Ulemanin çogunlugu da bu görüstedir. Hasan Basri, Malik b. Enes'den naklolunan bir rivayeti delil getirerek diyor ki: Hz. Suayb kavmi helâk olduktan sonra uzun bir ömür yasamis, tâ ki Musa (a.s)'a ulasmis ve kizini ona nikâhlamistir.

Hz. Suayb (a.s)'in kiziyla nikâhlandiktan sonra Musa (a.s), Medyen'de kalip, haniminin mehri olmak üzere on yil koyun güttü. Bir rivayete göre, Peygamberimize tam olarak ne kadar çalistigi sorulmus; o da on sene oldugunu buyurmustur. Buradan anlasildigi üzere, tam on yil çobanlik yapmistir.

Hz. Musa (a.s) ya Peygamberliginin Bildirilmesi

Musa (a.s) Medyen'de on sene kalip mehrini tamamladiktan sonra, Misir'a dönmeye karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlik ve soguk bir gecede yolu sasirdi ve dag geçidinin yolunu bir türlü bulamadi. Çakmak tasiyla bir seyler tutusturmaya çalisti, basaramadi. Soguk iyice siddetlendi. Kansi da hamileydi ve dogum zamani da yaklasmisti. Musa (a.s) ve ailesinin gerçekten yardima ihtiyaci vardi. Kur'an-i Kerim'de, bu olay söyle anlatiliyor: "Musa, süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola çikti. Tür tarafindan bir ates gördü. Ailesine: "Durunuz, ben bir ates gördüm; belki oradan size bir haber veya tutusmus, bir odun getiririm de isinabilirsiniz" dedi. Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sag yanindaki agaç cihetinden: "Ey Musa! süphesiz ben âlemlerin Rabbi olan Allah'im " diye seslenildi. "Degnegini at!." Musa, degnegin yilan gibi hareketler yaptigini görünce, dönüp arkasina bakmadan kaçti. "Ey Musa! Dön, gel. Korkma. süphesiz güvende olanlardansin" denildi. "Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çiksin. Korkudan açilan kollarini kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkânina karsi Rabbinin iki delîlidir. Dogrusu onlar yoldan çikmis bir millettir" denildi. Musa: "Rabbim! Dogrusu ben onlardan bir cana kiydim. Beni öldürmelerinden korkarim. Kardesim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardimci olarak benimle gönder, çünkü beni yalanlamalarindan korkarim" dedi, Allah: "Seni kardesinle destekleyecegiz, ikinize bir kudret verecegiz ki, onlar size el uzatamayacaklardir. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi" (el-Kasas, 28/29-35).

Tâhâ sûresinin ilk ayetlerinde, Allah Teâlâ ile Musa (a.s) arasinda geçen konusma, daha ayrintili bir sekilde verilir. su ayetler Allah Teâlâ'nin Musa (a.s)'yi rasul olarak görevlendirdigi zamanin anlasilmasinda yardimci oluyor: "Ben seni seçtim, artik vahyolunani dinle. süphesiz ben Allah'im. Benden baska ilâh yoktur. Bana kulluk et, Beni anmak için namaz kil!" (Tâhâ, 20/13-14).

Ve daha sonra Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya söyle buyuruyor: "Firavun'a gidin; dogrusu o azmistir. Ona yumusak söz söyleyin, belki ögüt dinler veya korkar" (Tâhâ, 20/43-44).

Allah Teâlâ'nin, Musa (a.s)'ya bunu emretmesinden sonra, Musa (a.s) ile Firavun arasinda amansiz bir mücadele de baslamis oluyordu. Hak ile bâtil'in amansiz savasi. Bütün peygamberlerin birbirlerine miras biraktiklari tevhid mücadelesi...

Hz. Musa (a.s), Allah Teâlâ'nin bu emriyle Firavun'a gitti. Onu güzellikle Allah'a iman etmeye davet etti: "Musa: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim! Bana Allah'a karsi ancak gerçegi söylemek yarasir. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, israilogullari'ni benimle beraber saliver" (el-A'raf, 7/104-105).

"Firavun: "Musa! Rabbiniz kimdir?" dedi. Musa: "Rabbimiz, her seye ayri bir özellik veren, sonra dogru yola eristirendir" dedi" (Tâhâ 20/49-50).

Firavun, bu davete icabet etmedi ve direndi. Musa (a.s)'yi zindana atmakla tehdit etti. Musa (a.s)'da Firavun'a, belki iman eder diyerek, ispat edici bir delil getirmek istedi. Asasini yere atti, kocaman bir yilan oldu. Elini koynuna sokup çikardi, gözleri kamastiran bir günes parçasi oluverdi. Musa (a.s)'nin gösterdigi bu mucizeler karsisinda Firavun gerçekten korkmustu. Bunun üzerine o da sihirbazlarini toplayip, Musa'yi maglup etmeyi kararlastirdi. Ülkesindeki bütün ünlü sihirbazlari çagirtti ve onlardan Musa (a.s)'nin yaptiklarindan daha büyük bir sihir yapmalarini istedi. Onlarda hazirlandilar ve bir gün kararlastirdilar. O gün gelince de halkin gözleri önünde Musa (a.s) ile yarismaya basladilar.

"Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalim" dediler. Musa: "Siz koyun"dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, insanlarin gözlerini sihirlediler ve onlari ürküttüler, büyük bir sihir yaptilar. Biz de Musa'ya: "Asani koyuver" dedik o da koyuverdi. Hemen onlarin uydurduklarini yutmaya basladi. Hak tahakkuk etti. Onlarin yaptiklari bosa gitti. iste orada yenildiler, küçük düstüler. Sihirbazlar secdeye kapanip: "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandik" dediler" (el-A'râf, 7/115-122).

Sihirbazlarin iman etmeleri, Firavun'u çok kizdirdi. Onlari öldürmekle tehdit etti. iste küfür, acizligini bu olayla bir kere daha ortaya koymus oldu.

Gelisen bu olaylar, Firavun'u yola getirecegi yerde, onu daha çok azdirdi. Ve Musa (a.s) ile kavmini ortadan kaldirmadikça rahata kavusamayacagina inanip, bu arzusunu yerine getirmeye çalisti. Musa (a.s), Firavun ve kavmini, imana çagirmaya devam etti. Firavun inkâr ettikçe, Allah Teâlâ onun kavmine tufan, çekirge, hasarat, kurbaga, kan gibi çesitli azablar gönderdi. Ancak bunlarin hiç biri, Firavun ve kavmini yola getirmedi.

Firavun, küfür ve inadinda, israr ve Musa (a.s)'nin davetine de icabet etmemeye devam etti. Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya israilogullarini bir gece Misir'dan çikarip Filistin diyarina götürmesini vahyetti. Bir gece Musa ve kavmi sehirden çikip, Süveys halici boyunca Kizildeniz'e yöneldiler. Firavun sehirde israilogullarindan hiç bir iz göremeyince, kaçtiklarini anladi ve bütün ordusunu seferber ederek, peslerine düstü. Firavun ordusunun çok kalabalik oldugu rivayet edilmektedir. Firavun iki gün sonra israilogullarina yetisti. israilogullarinin önlerinde geçilmesi mümkün olmayan bir deniz arkalarinda kocaman bir ordu vardi. israilogullari "Yakalandik yâ Musa" diye yakinmaya basladilar. Kur'ân-i Kerim'de olay söyle anlatiliyor: "Musa: "Hayir, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir"dedi. Bunun üzerine Biz Musa ya: "Degneginle denize vur" diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrildi, her parçasi yüce bir dag gibiydi. iste oraya geridekileri de yaklastirdik. Musa ve beraberinde bulunanlarin hepsini kurtardik" (es-suara, 26/62-65).

"Firavun, ordusuyla onlari takib etti. Deniz de onlari içine aliverdi. Hem de ne alis!" (Tâhâ, 20/78).

Kur'an-i Kerim'de Allah Teâlâ, bir zâlimin, kâfirin sonunu böyle anlatiyor; ve bir kavmi nasil kurtardigini da. iste Hak, Bâtil'in tepesine böyle inip, onu ortadan kaldirabiliyor.

Firavun ordusu, bir tek kisi kalmamacasina yok oldu. Firavun ise, ölümün geldigini anlayinca iman ettigini açikladi: "Firavun bogulacagi anda: "israilogullarinin inandigindan baska tanri olmadigina inandim, artik ben de ona teslim olanlardanim" dedi. Ona: "simdi mi (inandin)? Daha önce baskaldirmis ve bozgunculuk etmistin"dendi" (Yunus, 10/90, 91).

Bu olaydan sonra Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s)'ya kavmiyle birlikte Beyti Makdis'e yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayip, siddetli bir susuzluga kapildilar. Gelip Musa (a.s.)'a sitem ve sikayette bulundular. Allah, Musa (a.s)'a, âsâsini tasa vurmasini emretti. Vurunca tasin oniki yerinden su fiskirdi. Her Yahudi kabilesine bir göze düsüyordu. Onlar bu gözelerden kana kana içtiler, susuzluklarini giderdiler. Allah Teâlâ israilogullarina, gökten kudret helvasi ve bildircin eti de gönderdi. Fakat israilogullarinin o ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere ragmen, kendini burada da ortaya çikardi. Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir çesit yemege dayanamayacagiz. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdigi sebze, kabak, sarmisak, mercimek ve sogan yetistirsin" demistiniz de, "hayirli olani daha düsük seyle mi degistirmek istiyorsunuz? Bir sehre inin, orada süphesiz istediginiz vardir" demisti" (el-Bakara, 2/61).

Sonra Allah Teâlâ Hz. Musa'ya, Filistin'e gitmeyi emretti. Orada Heysanilerin kalintilari ve Kenanlilardan meydana gelen zalim bir topluluk ile karsilastilar. Musa (a.s) kavmine, buraya girip bu zalimlerle savasmalarini, ve onlari bu mukaddes beldeden çikarmalarini emretti. Fakat, israilogullari buna cesaret edemedi: "Ey Musa! "Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyecegiz. Sen ve Rabbin gidin savasin, dogrusu biz burada oturacagiz" demislerdi" (el-Maide, 5/24).

Çünkü israilogullari, Firavun ülkesinde zillet ve adilige, asagilanmaya alismislardi. Onlar için bazi degerleri ele geçirmek için savasmak, bir manâ tasimiyordu. Allah'da onlari Tih çölüne atti ve yollarini sasirtti. Kavmine söz geçiremediginden yakinan Musa'ya, Allah Teâlâ: "Orasi onlara kirk yil haram kilindi. Yeryüzünde saskin saskin dolasacaklar. Sen, yoldan çikmis bir millet için tasalanma" dedi" (el-Maide, 5/26).

Zamanla, bu zillet içinde yasayan nesil, yerini hürriyetle yetisen ve izzetle yasayan bir nesile terketti. Bunlar da bir müddet sonra Arz-i Mukaddes'e girmeye muvaffak oldular.

israilogullari, bu kirk yil içinde çok çesitli sapikliklarda bulundular. Hz. Musa'nin Tur daginda kirk gün geçirdigi bir zamanda, Sâmirî isimli bir sahsin imal ettigi ve "iste sizin de Musa'nin da tanrisi" dedigi altindan bir buzagiya tapmaya basladilar. Musa (a.s) döndügünde onlari buzagiya tapinir görünce çok üzüldü. Harun (a.s)'a çikisti. israilogullari'ni buzagiya tapinmaktan vazgeçirmeye çalisti. israilogullari ise, her firsatta iki yüzlülüklerini sergilediler (Sâmirî olayi bak. Daha fazla bilgi için bk. Sâmirî mad.). Musa (a.s), hayati boyunca tevhid yolunda mücadele etti. Bu ugurda pek çok eziyetle karsilasti. Yurdundan çikarildi, ölümle tehdit edildi ve etrafinda kendisiyle beraber, inanan pek az insan bulabildi.

Musa (a.s), Tih çölünde, Harun (a.s)'dan sonra öldü. israilogullarini Arz-i Mukaddes'e sokamadi. Öldügünde yüz yirmi yasinda idi. Buhârî, onun ölümü ile ilgili olarak sunlari rivayet ediyor: "Ölüm melegi geldiginde, Musa (a.s) onun yüzüne dikkatle bakti. Canini almaya gelen Azrail (a.s) korktu ve gözü karardi. Sonra: "Yarabbi, beni bir kuluna gönderdin ki, ölmek istemiyor" diye tazarru eyledi. Allah Teâlâ, o hali üzerinden kaldirarak, tekrar Musa'ya gönderdi: "Söyle, sayili olmak sartiyla istedigi kadar yasasin". Hz. Musa: "Yarabbi, sonra ne olacak?" dedi. "Öleceksin" buyuruldu. "Öyle ise ölüm simdi gelsin" niyazinda bulundu. Sonra Allah Teâlâ'dan, kendisini bir tas atimi Beyti Makdis'e yaklastirmasini, orada ölmesini ve oraya gömülmesini istedi. Ebu Hureyre (r.a) söyle diyor: "Rasulullah (s.a.s): "Eger ben sizinle beraber orada bulunsaydim, onun yol kenarinda ve kizil bir kum tepesinin yaninda bulunan kabrini size gösterirdim" buyurdu".

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi
Hz. HARÛN (a.s)
Ahmet ÖNKAL
Hamdi DÖNDÜREN
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi
Hz. ILYAS (a.s)
Kur'an-i Kerîm'de ismi geçen peygamberlerden biri. Hz. Musa (a.s)'dan sonra gelen nesebi Hz. Harun (a.s)'a dayandigi rivayet edilen bir israilogullari Peygamberi.

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

Hz. ZÜLKIFL (a.s)

Kur'ân'da adi geçen peygamberlerden biri.

Kur'ân'da iki yerde kendisinden bahsedilmektedir: "ismâil, idris ve Zülkifl, hepsi sabredenlerdendi. Onlari rahmetimize soktuk. süphesiz onlar salih olanlardandi" (el-Enbiyâ, 21/85, 86).

Âyette geçen "Zülkifl" adi degil lakabidir ve "nasib ve kismet sahibi" anlamina gelir. Fakat burada dünyevî zenginligi degil, onun üstün kisiligini ve âhiretteki derecesini kastetmek için kullanilmistir. Onun gerçek adi hakkinda çok farkli rivayetler vardir. Yahudiler O'nun, israilogullarinin esâreti sirasinda peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur irmagi yakinlarinda bir bölgede yapan Hereksel oldugunu iddia etmislerdir. Âlimlerin bir kismi da onun Eyyub (a.s)'in kendisinden sonra peygamber olan Bisr adindaki oglu oldugunu söylemislerdir. Fakat bu görüslerin hiç biri kesinlik derecesine sahip degildir.

Zülkifl (a.s)'in peygamber olmadigi söyleyenler olmussa da, âlimlerin ekseriyetine göre peygamberdir ve makbul olan görüs de budur (el-Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 327 vd.; el-Alusî, Ruhu'l-Meânî, Beyrut t.y., XVII, 82; el-Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'ân, istanbul 1991, III, 327).

Yüce Allah Eyyûb (a.s)'in kissasini arzettikten sonra, peygamberlerinden bazilarini anmis ve onlari övmüstür. insanlari tevhide çagiran, Allah'in sevgi ve övgülerini kazanan bu peygamberden biri de, Zülkifl (a.s)'dir. Bu konudaki âyetlerin meâli söyledir:

"Kuvvetli ve basiretli kullariniz ibrahim'i, ishâk'i ve Yâkub'u da an. Biz onlari ahiret yurdunu düsünme özelligiyle temizleyip, kendimize halis (kul) yaptik. Onlar bizim yanimizda seçkinlerden, hayirlilardandir. ismâil'i, Elyesâ'i, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir" (Sad, 38/45, 46, 47, 48).

Taberî'de yer alan bir rivayete göre Zülkifl (a.s) sam'da otururdu. Oradaki halki Allah'a inanmaya, O'na ibadet etmeye ve dürüst bir sekilde yasamaya çagirdi ve orada vefât etti (et-Taberî, Tarih, Misir 1326, I, 167).

Nureddin TURGAY
Kaynak: Samil Islam ansiklopedisi

Hz. DAVUD (a.s.)

Kur'ân-i Kerim'de adi geçen israilogullari peygamberlerinden biri.

Yahuda kabilesinden isa (Yasa)'nin sekizinci ogludur.

insanoglu yoldan çikip da batakliga düstükçe, yüce Allah, onlara peygamberler göndermistir. Onlar bu peygamberler vasitasiyla uyarilmistir. israilogullarina da peygamberler gönderilmistir. Onlar, umumiyetle bu peygamberlere isyan hatta ihanet etmislerdir.

Hz. Musa'nin vefatindan sonra, yine israilogullari isyanin karanligina daldilar. Azginlik yaparak Hz. Musa'nin Allah'tan getirdigi akîdeyi terk etmeye basladilar. Cenâb-i Allah, onlarin üzerlerine baska bir kabîleyi musallat etti.

Hz. Musa'nin vefatindan sonra israilogullarinin idaresi Yusa'ya kaldi. israilogullarini çölden çikararak onlari dedelerinin ülkesine yerlestirdi. Bu ülke, Hz. Yakub'un yasadigi Ken'an bölgesi olup, israilogullari için mukaddes ülke sayilir.

israilogullari Hz. Musa'nin vefatindan sonra Filistin çevresine yerlesmis bulunan Amâlika Kabilesi ile karsi karsiya geldiler. israilogullari Amâlika ile yaptiklari bir savastan maglup çiktilar. Kendilerini toparlayarak yeniden bu düsman ile çarpismak istediler. Yüce Rabbimiz onlarin bu durumunu söylece anlatmaktadir: "israilogullarindan bir cemaat Musa'dan sonra peygamberlerine: "Bize bir hükümdar gönder ki, Allah yolunda savasalim" dediler. Peygamber. "Size muharebe farz olunursa korkarim ki, savasmazsiniz" dedi. Onlar: "-Niçin Allah yolunda savasmayalim? Yurdumuzdan ve evlatlarimizin yanindan çikarildik" dediler. Onlara farz kilindiginda, birazi müstesna olmak üzere, savastan yüz çevirdiler. " (el-Bakara, 2/246)

"Peygamberleri onlara: Allah, Teâlâ size hükümdar olarak gönderdi dediginde, onlar: O, bize nasil hükümdar olur? Biz hükümdarliga ondan daha layikiz. Onun mali da çok degildir. dediler. Peygamber. "Allah onu, sizin üzerinize namaz kildi. Ona ilimde ve cisimde fazlalik (üstünlük) verdi. Allah, mülkü diledigine verir. " (el-Bakara, 2/247).

israilogullari tarafindan kutsal kabul edilen bir sandik vardi. Kur'ân-i Kerim'de bu sandiga "Tâbût"* adi verilmektedir. Amâlikalilarla yapilan savas sonucunda bu sandik Câlût (Golyat)'in eline geçmisti. israilogullari bunun acisini duyuyorlar, fakat Tâlût'un da hükümdarligina itiraz etmekten geri kalmiyorlardi.

"Peygamberleri onlara söyle dedi: Onun hükümdarligina alamet; size, içinde Rabbiniz tarafindan sekînet ve Musa ailesi ile Harun ailesinin mirasi bulunan Tâbût'u meleklerin yüklenip getirmesidir. Eger siz iman edenlerdenseniz, bunda sizin için ibret ve mûcize vardir. " (el-Bakara, 2/248). Tâbût'un israilogullarinin eline geçmesi onlari yüreklendirdi. Yeniden toparlanarak Amâlika kabilesi üzerine yürüdüler. Tâlût, israilogullarina ögütte bulundu. Onlara söylece seslendi: "Allahu Teâlâ sizi bir nehir ile imtihan ediyor. O nehirden içen benden degildir. Ondan eli ile ancak bir avuç içen bendendir" dedi. Onlarin pek azi müstesna, digerleri içti. Tâlût ile iman edenler nehri geçtiklerinde: Bugün Câlût ve askerlerine karsi duracak takat bizde yoktur dediler. Allah'a kavusacaklarini bilenler. Nice az bir topluluk vardir ki, Allah'in izni ile daha çok olana galip gelmistir. Allah, sabredenlerle beraberdir. ' dediler. " (el-Bakara, 2/249)

Amâlika ordularinin basinda Câlût (Golyat) bulunuyordu. Câlüt'un ordusuyla karsi karsiya gelen mümin kitle söyle dua etti: "Ya Râb, üzerinize sabir ve sebat ihsan eyle, ayaklarimizi sabit kil ve kâfir kavme karsi bize yardim et. " (el-Bakara, 2/250)

Tâlût'un ordusunda Dâvûd (a.s.) bulunuyordu. Dâvûd (a.s.), Hz. Yakub'un neslinden idi. israilogullarindan olan Dâvûd, daha küçük yasta bir delikanli iken, hak davanin amansiz düsmani, zorba ve güçlü ordulara sahip olan Câlût ile yaptigi mücadeleyi kazanmis ve bu savasta Câlût'u sapan tasiyla öldürmüstü. Bu olayda Allah'a tevekkül eden müminlerin zalimleri nasil yendigi gösterilmektedir.

Câlût, zalim zengin ve korkunç bir hükümdardi. Onun açikça belli olan büyük üstünlügü vardi. Fakat Allahu Teâlâ, o zaman islerin yalniz zahiriyle meydana gelmeyip, gerçek anlamiyla vukû buldugunu göstermek istedi. islerin hakikatini sadece O bilir. Her seyin ölçüsü yalniz O'nun elindedir. Aslinda insanlara güçlü görünenin zayif, zayif görünenin de Allah'in yardimiyla güçlü oldugu ölçüsü Allahu Teâlâ'ya aittir. insanlar ise vazifelerini yerine getirmek, Allah'u Teâlâ' ya verdikleri ahitlerini ifa etmekle yükümlüdürler. Bundan sonra Allah'in istedigi seyler istedigi sekilde olur. insanlara, kendilerini korkutan zâlimlerin zayif, çok zayif olduklarini, Allah onlarin ölmesini istedigi zaman küçücük delikanlilarin bile maglup edebilecegini göstermek için bu zalim diktatörün ölümünü, daha genç bir bir delikanli iken Hz. Dâvûd'un eline verdi. Burada Allah'u Teâlâ'nin tahakkukunu istedigi gizli baska hikmetler de vardi. Allah, Tâlût'dan sonra mülkü Hz. Dâvûd'un almasini ve onun yerine oglu Süleyman (a.s.)'i varis kilmayi istedi. Bu sebeple Hz. Dâvûd (a.s.)'in gücü, Câlût'u öldürmesiyle gösterilmis oluyordu.

"Allah'in izniyle, onlari hemen hezimete ugrattilar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte oldugu seylerden de ona ögretti." (el-Bakara, 2/251).

Câlût'un öldürülmesiyle Amâlikalilar bozguna ugradilar, darmadagin oldular. Bu olaydan sonra halk, Hz. Dâvûd (a.s.)'a daha çok sevgi ve saygi göstermeye basladi.

Tâlût'un ölümünden sonra yerine Dâvûd (a.s.) geçti. Ona hem yönetim, hem peygamberlik verildi; "...Dâvûd'a daglari ve kuslari boyun egdirdik. Onunla beraber tesbih ediyorlardi. Biz (bunlari) yapariz." "Ona, sizi savasin siddetinden korumak için zirh yapmayi ögretmistik. Ama siz, sükrediyor musunuz ki?" (el-Enbiya, 21/78, 80)

"Andolsun Dâvûd'a tarafimizdan bir üstünlük verdik. Ey daglar, onunla beraber tesbih edin ve ey kuslar (siz de). Ve ona demiri yumusattik.", "Genis zirhlar yap, dokumasini ölçülü yap ve (hepiniz) iyi isler yapin. Çünkü ben, yaptiklarinizi görmekteyim. diye vahyettik." (Sebe, 34/10-11). Hz. Dâvûd (a.s.) hakkinda Kur'ân-i Kerim'den gelen rivâyetler; Dâvûd'un çok güzel bir sesi oldugunu, kendisine verilen Zebur'u okumaya baslayinca, daglarin ve kuslarin onu dinlemek üzere etrafinda toplandiklarini bildirmektedir. Zebur dört büyük semâvî kitaptan birisi olup, yüzelli sûreden ibarettir. Bu kitap, ser'î hükümleri tasimadigi için Hz. Dâvûd, Hz. Musa'nin serîati ile hükmetmistir.

Yahudi kaynaklarinda Hz. Dâvûd'un, Mizmar denen bir musiki âleti çaldigi kayitlidir. Kur'ân'da da: "(Her taraftan) gelen kuslar da ona icabet ederler, hepsi onun nagmesine katilirlardi ", "Onun mülkünü kuvvetlendirmistik. Kendisine hikmet ve açik konusma, güzel konusma vermistik. " (Sad, 38/19-20) buyuran Allah, ayni sûrenin 21. âyetinde, Hz. Dâvûd (a.s.) zamaninda olan bir hâdiseyi de, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e söyle haber vermistir: "Dâvûd'un yanina gelmislerdi de, onlardan korkmustu. Korkma dediler, Biz, iki davaciyiz. Birimiz ötekinin hakkina saldirdi. simdi sen aramizda hak ile hükmet. Zulmetme. Bizi yolun ortasina (adalete) götür. " (Sad, 38/22)

Kur'ân'da anlatildigina göre bunlar iki kardestiler. Birisinin doksandokuz koyunu, ötekinin bir tek koyunu vardi. Böyle iken doksandokuz koyunu olan öteki kardesinin tek koyununu ister, aralarinda tartisma çikar. Tek koyunu olani bu tartismayi kaybeder. Hz. Dâvûd (a.s.)'a müracaat ederler. O, davaci olanlardan birini dinler, ötekini dinlemeden hükmünü verir. Bunu da Allah'u Teâlâ'nin kendisini imtihani sanir. Ancak bu yaptigi hareket sebebiyle Allah'dan magfiret dileyip secdeye kapanir, tövbe eder. Allah, onu affettigini bildirir ve ona su vahyi indirir: "Ey Dâvud, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptik. insanlar arasinda adaletle hükmet, keyfine uyma. Sonra seni Allah yolundan saptirir. Allah'in yolundan sapanlara, Allah'in hesap gününü unuttuklarindan dolayi, çetin bir azap vardir. " (Sad, 38/26)

israilogullari, Hz. Dâvûd zamaninda en parlak dönemlerini yasamislardir. Dâvûd (a.s.) Kudüs'ü fethetmis, kendisine baskent yapmisti.

Hz. Dâvûd, hem hükümdar, hem peygamberdi. Bir nimet olarak bu iki özellik ona verilmisti. O, israilogullarini kirk yil yönetti ve Rabbine kavustu. Hz. Dâvud (a.s.)'in yerine oglu Hz. Süleyman (a.s.) geçti ve ona da peygamberlik geldi. Hz. Dâvûd, bir gün oruç tutar, bir gün yerdi.

Abdullah b. Amr'dan rivâyetle, Abdullah, her gün gündüzleri oruç tutar, geceleri de (nâfile) namaz kilardi. Onun bu durumu Rasûlullah'a bildirildiginde Hz. Peygamber onu çagirdi ve söyle buyurdu: "Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. iste bu Dâvûd (a.s.)'in orucudur."

Bir baska rivayette ise, Rasûlullah (s.a.s.) söyle buyurmustur: "Allah'u Teâlâ ya en sevimli oruç, Dâvûd (a.s.)'in orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Allah'a en sevimli namaz da Dâvûd namazi idi. O, her gecenin yarisinda uyur. Üçte birinde (nafile) namaz kilardi. Altida birinde de yine uyurdu." (Müslim, Siyam, 183; Nesâî, Siyam, 69).

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

Hz. Süleyman 
Hz. Süleyman'in sarayi ve Sebe melekesi

Tarih, yaklasik olarak I.Ö. 970-931 yillari arasinda yasadigi düsünülen Hz. Davud'un oglu Hz. Süleyman'in kurdugu muhtesem kralliga sahitlik eder. Öyle ki Hz. Süleyman, babasindan sinirlari Misir'dan Firat'a kadar uzanan bir krallik devralmis ve kisa sürede hakimiyetini güçlendirmisti. Ve kendi yasadigi dönemde öylesine büyük bir hakimiyet kurmustu ki, Allah'a olan imaninin ve üstün aklinin kendisine kazandirdigi bu ihtisam, yüzyillar sonra bile insanlarin hayranligini ve dikkatini üzerine çekmeye devam etmektedir.Hz. Süleyman'in hayati, Allah'a gönülden iman eden bir müslümanin aklinin ne kadar fazla, ufkunun ne kadar genis oldugunu bütün insanliga gösteren çok çarpici bir delildir. Hz. Süleyman (a.s.) cinlerden ve insanlardan olusan ordusu ile kurdugu hakimiyeti, muhtesem bir saraydan yönetiyordu. Ve bu saray döneminin en ileri teknigi kullanilarak üstün bir estetik anlayisi ile insa edilmisti. Sarayinda göz alici sanat eserleri ve görenleri hayran birakip etkileyen degerli esyalar, benzersiz bir estetik anlayisi ile yerlestirilmisti. Elbette Hz. Süleyman'in bu mekâni, görenlerde büyük hayranlik uyandiriyordu.

Insanlarin bu saraydan bu kadar etkilenmelerinin nedeni ise, insan fitratina en uygun olan estetik anlayisini ve ortami birden karsilarinda görmeleri olmustur. Zira Hz. Süleyman, yaptirdigi bu görkemli sarayi, imanin nuru ve onun getirdigi üstün bir akil ile yaptirmisti. Ve bir Müslümanin hangi çagda veya hangi sartlarda yasarsa yasasin Allah'in kendisine verdigi imkânlari en güzel sekilde kullanarak essiz bir mekân olusturabileceginin en güzel örnegini sergilemisti.Nitekim Kur'ân-i Kerim'in Neml Sûresi'nin bir çok ayeti, onunla ayni dönemde asayan bir kavmin yöneticisi olan Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'in ihtisamli sarayini gördükten sonra ona biat ettiginden bahseder. Hz. Süleyman, Sebe Melikesi Belkis'in varligini kendisine haber getiren Hüdhüd sayesinde ögrenmisti:"Derken uzun zaman geçmeden (Hüdhüd) geldi ve dedi ki: "Senin kusatamadigin (ögrenemedigin) seyi, ben kusattim ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadin buldum ki, ona her seyden (bolca) verilmistir ve büyük bir tahti var. Onu ve kavmini, Allah'i birakip da günese secde etmektelerken buldum, seytan onlara yaptiklarini süslemistir, böylece onlari (dogru) yoldan alikoymustur; bundan dolayi onlar hidayet bulmuyorlar." (Neml Sûresi 22-24)

Bu bilginin üzerine Hz. Süleyman, Allah'i ilâh olarak kabul etmeyip günese secde eden ve seytanin kendilerine süslü gösterdigi bir sistemi kabul eden Sebe halkini, imana davet etmek için onlara "Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla" baslayan bir mektup öndermisti. Ve tüm kavmi kendisine teslim olmaya çagirmisti. "Gerçek su ki, bu, Süleyman'dandir ve 'süphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'in Adiyla' (baslamakta)dir. (Içinde de:) "Bana karsi büyüklük göstermeyin ve bana müslüman olarak gelin" diye (yazilmaktadir). (Neml Sûresi 30-31)

Sebe Melikesi o ana kadar hiç karsilasmadigi kadar kesin bir üslupla tüm hükümdarligini kendisine katmasini isteyen Hz. Süleyman'in, bu mektubu arsisinda çok sasirmisti. Ve kendisini kesin olarak bozguna ugratacagindan emin oldugu bu hükümdari, kararindan vazgeçirmek için ona yüklü hediyeler göndermek yolunu seçmisti. Ne var ki Allah'in rizasini ve rahmetini hiç bir zaman maddî bir menfaate tercih etmeyen tüm peygamberler gibi Hz. Süleyman da, Sebe Melikesi Belkis'in hediyelerini geri çevirmis ve elçileri vasitasiyla ona ne kadar kararli, onurlu ve Allah'a bagli oldugunu gösteren söyle bir haber göndermisti:"(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldigi zaman: "Sizler bana mal ile yardimda mi bulunmak istiyorsunuz? Allah'in bana verdigi, size verdiginden daha hayirlidir; hayir, siz, hediyenizle sevinip ögünebilirsiniz" dedi. Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onlarin karsi koymalari mümkün degil ve biz onlari ordan horlanmis asagilanmis ve küçük düsürülmüsler olarak sürüp çikaririz." (Neml Sûresi 36-37)

Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkis'a Allah'in adi ile basladigi mektubunda kendi gücünün Yüce Rabbinden geldigini ve asla yenilmeyecek bir kuvvete sahip oldugunu hissettirmisti. Nitekim Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan olusan, ona büyük bir teslimiyetle ve sevkle bagli bir orduya sahipti. Öyle ki bu ordunun her üyesi Süleyman Aleyhisselamin bütün sözlerini büyük bir hosnutlukla ve tam bir itaatle yerine getirmekteydi. Elbette Hz. Süleyman'in ordusunun tüm gücü Allah'tan gelmekteydi ve Allah'in ordusu adetullaha uygun olarak her zaman üstün gelecekti.

Sebe Melikesi Belkis, onun (Hz. Süleyman'in) sarayina gittiginde o güne kadar hiç görmedigi büyük bir mülk ve zenginlikle karsilasmisti:

"Ona: "Köske gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandi ve (etegini çekerek) ayaklarini açti. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmis bir kösk zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artik) ben Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Sûresi 44)

Kendisi de bir zenginlik ve hâkimiyete sahip olan Sebe Melikesi Belkis, Hz. Süleyman'in sarayina girince o güne kadar gördügünden çok farkli bir estetik ve bir zenginlikle karsilasmis ve ruhuna hitap eden büyük bir akla sahit olmustur. Aslinda Sebe Melikesi Belkis'in duydugu hayranlik ve saskinlik içine girdigi saraya degil, Hz. Süleyman'in aklinadir. Çünkü Belkis'in karsilastigi manzara, o dönemin sartlarinda yapilabilecek en mükemmel eser olarak tarif edilebilecek en güzel yerdir.

Âyette de ifade edildigi gibi camdan olan kösk zemini öylesine gerçekti ki, Sebe Melikesi Belkis, islanmamasi için eteklerini toplayarak ilerlemesi gerektigini düsünmüstü. Sarayin muhtesemligi ve görkemi, müslümanlarin ruhlarinda yasadigi zenginligi yansitiyordu.

Belkis'in baska bir ülkenin hükümdari olmasina ve bu ülkenin en büyük servetine sahip olmasina ragmen Hz. Süleyman'in yasadigi mekândan ve onun zenginliginden etkilenme sebebi de budur. Teknik anlamda büyük servetler harcanan mekânlarda yasamasina ragmen, pek çok kisi insan fitratinin hoslanacagi estetigi saglayamayabilir. Oysa Hz. Süleyman'in sarayinin her kösesinde görülen zevk, akil ve mükemmellik sadece servetle elde edilebilecek bir görünüm degildir. Iste aradaki bu farki daha sarayin girisini görür görmez anlayan Belkis, böyle bir yeri meydana getiren akla ve o aklin üstünlügüne hemen teslim olmustur. Sebe melikesi Süleyman Âleyhisselamin aklinin sahibi olan Cenâb-i Allah'a iman ettigini söylemis ve müslümanlardan olmayi kabul etmistir.

Hz. Süleyman ve onunla birlikte yasayan mü'minler, Allah'in kendilerine verdigi bu büyük mülkü tasimaya lâyik ve ehil kimselerdi. Rabbine karsi son derece güzel ahlâkli, teslimiyetli ve mütevazi bir peygamber olan Hz. Süleyman, kendisine nimet olarak bahsedilen bu büyük zenginligi yine yalnizca Allah'i razi etmek ve onlarin kalbini Islâm'a isindirmak için kullaniyordu. Pek çok peygamber de ayni Hz. Süleyman gibi insanlara dini teblig ederken halkin karsisina büyük bir zenginlikle çikarak, onlari etkileme yoluna gitmisti. Hazinenin basina getirilen Hz. Yusuf, kendisine büyük bir mülk verilen Hz. Ibrahim, görenleri hayrete düsürecek kadar ihtisamli bir hâkimiyete sahip olan Hz. Süleyman ve fakirken zengin kilinan Peygamberimiz Hz. Muhammed, yasadiklari hayat boyunca bunun en güzel örneklerini sergilemislerdir.

Peygamberlerin bu zenginligi ve yasadiklari üstün ahlâki gören insanlar, hiç bir sistemin ya da ideolojinin kendilerine sunmadigi böyle bir maneviyati ve maddî ihtisami elde edebilmenin yolunu merak ediyorlardi. Bu nedenle Islâmi henüz tanimayan insanlar, ilk basta bu zenginligin sebebine ve gördükleri ahlâkî yapisina karsi duyduklari merakla Islâma yaklasmislardir. Ahlâkî üstünlükleri ve tümüyle Allah yolunda kullandiklari zenginlikleriyle halkin kalbini Islâma isindiran peygamberler, böylece kisa sürede Allah'in izniyle büyük kitlelere dini yaymayi basarmislardir.

Kaynak: Yeni asya, 18/19.5.98

Hz.YÛNUS (a.s)

Adi Kur'ân'da geçen peygamberlerden biri.

Soyu, Bünyamin vasitasiyla Ya'kûb (a.s)'a ve onun vasitasiyla de ibrâhim (a.s)'a dayanmaktadir. Bazi alimlerin naklettigine göre, isa (a.s) annesinin adiyla isa b. Meryem diye anildigi gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adiyla Yûnus b. Matta diye anilmaktadir. (ibn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55). Buhârî'nin verdigi bilgiye göre ise, bu görüs yanlistir. Aslinda Matta, Yûnus (a.s)'in annesinin degil, babasinin adidir. Yani Yûnus (a.s), Yûnûs b. Matta diye anilinca, babasinin adiyla anilmis olur (ez-Zebîdî, Sahihi Buhârî Muhtasari Tecridi Sarih Tercemesi ve serhî, trc: Kamil Miras, Ankara, 1971, IX, 152).

Yûnus (a.s)'in Ya'kub (a.s)'in torunlarindan oldugu, Kur'ân'da söyle haber verilistir:

"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettigimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim ibrâhim'e, ismail'e, ishâk'a, Yakub'a, torunlarina, isa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmis ve Davud'a da Zebûr'u vermistik" (en-Nisâ, 4/163).

Bu âyette ifâde edildigi gibi isâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman (a.s)'da Yunus (a.s) ile ayni soydan, Yakub (a.s)'in torunlarindandirlar.

Yûnus (a.s)'in nüfusu yüz bini askin bir sehrin halkina uyarici ve tevhide çagrici bir peygamber olarak gönderildigi, Kur'ân'da söyle geçmektedir:

"Ve onu yüz bin Insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik" (es-Saffat, 37/147).

O'nun peygamber olarak gönderildigi bu yerin Ninova sehri oldugu nakledilmistir. Ninova sehri, Dicle nehrinin kiyisinda, simdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydi. Bu beldenin Insanlari küfrün içinde bulunuyorlardi ve putlara tapmakta idiler. Yûnus (a.s) onlari küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara, küfürlerinden dolayi tevbe etmelerini, Yüce Allah'in varligina ve birbirine inanmalarini emretmek üzere gönderilmisti (ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire, t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Misir 1326, II, 42).

Yûnus (a.s)'in adi, Kur'ân'in çesitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki sûrelerden birine isim olarak verilmistir. Kur'an'in onuncu sûresinin adi, Yûnus sûresidir.

Yûnus (a.s) milletini otuz üç yil Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti, tebligde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece iki kisi ona imân etti (ibn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152).

Milletinin bu sekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)'in zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kizginligini ve bunun neticesinde milletini terketmeye kalkismasini söyle haber vermistir:

"Zünnûn (Yûnus)'a gelince, o, öf keli bir halde geçip gitmisti. Bizim kendisini asla sikistirmayacagimizi zannetmisti. Nihâyet karanliklar içinde; "Senden baska hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti." (el-Enbiyâ, 21/87).

Bu âyette Yûnus (a.s)'dan Zünnûn diye bahsedilmistir. Zünnûn, balik sahibi demektir. Kur'ân'in baska bir yerinde de, Yûnus (a.s) bu lakabla anilmistir:

"Sen Rabbinin hükmünü sabirla bekle. Balik sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o dertli dertli Rabbine niyaz etmisti" (el-Kalem, 68/48).

Hem bu âyette hem de yukaridaki âyette Yûnus (a.s)'in sabretmemesine, Allah'in emri olmadan milletini terketmeye kalkismasina isâret edilmistir. Onun bu hali üzerine, Yüce Allah söyle buyurmustu:

"O halde, peygamberlerden azim sahibi olanlarin sabrettigi gibi sen de sabret" (el-Ahkâf, 46/35).

Allah'in müsaadesi olmadan Yûnus (a.s)'in ayrilmaya kalkismasi, iyi netice vermemisti. Ninova'dan ayrilmak için bir gemiye binmisti. Geminin batmaya yüz tutmasi üzerine, hafiflemesi için yolculardan birinin suya atilmasi gerekti. Kimin suya atilacagini tesbit için kur'a çekildi ve kur'a Yûnus (a.s)'a isâbet etti. Bu durum kur'ân'da söyle haber verilmistir:

"Gemide onlarla karsilikli Kur'a çektiler de yenilenlerden oldu" (es-Saffat, 37/141).

isin daha acisi, Yûnus (a.s) denize atildiktan sonra bir balik onu yutmustu. Yüce Allah Kur'ân'da onun bu durumunu söyle haber vermistir:

"Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrildigi için) kendisi kötülüklerken, onu bir balik yuttu" (es-Saffat, 37/142).

Burada Yûnus (a.s) hatasini anlamis ve nefsini kinamaya baslamisti. Baligin karnindaki karanliklarda:

"Senden baska ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksin, yücesin. Ben zalimlerden oldum!" (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmeye ve Allah'a yalvarmaya basladi. Bu sekilde imân ve inançla Allah'a siginmasi neticesinde, Yüce Allah onu affetmisti (el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)'in duasinin kabul edildigi ve Allah tarafindan bagislandigi, Kur'ân'da söyle dile getirilmistir:

"Biz de onun duasini kabul ettik ve onu tasadan kurtardik. iste biz, Insanlari böyle kurtaririz" (el-Enbiyâ, 21/88).

"Eger tesbih edenlerden olmasaydi, (Insanlarin) yeniden diriltilecekleri güne kadar onun karninda kalirdi" (es-Saffat, 37/143, 144).

Gücü her seye yeten Yüce Allah, baligin karnindaki Yûnus (a.s)'i öldürmedi. Bir süre sonra balik onu agzi ile sahile birakmisti. Onun kurtulus ve daha sonraki hafi, Kur'ân'da söyle haber verilmistir:

"(Ama baligin karninda bizi andi, tesbih etti), biz de onu hasta bir halde agaçsiz, bos bir yere attik ve üzerine (gölge yapmasi için) kabak türünden bir agaç bitirdik" (es-Saffat, 37/145, 146).

Yûnus (a.s)'in Allah tarafindan affedilmesi ve büyük bir tehlikeden kurtarilmasi, Kur'ân'in baska bir yerinde dile getirilmistir:

"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balik sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, sikintidan yutkunarak (Allah'a) seslenmisti. Eger Rabb'inden ona bir nimet yetismeseydi, yerilerek çiplak bir yere atilirdi. Fakat (böyle olmadi), Rabb'i onun duasini kabul etti de onu salihlerden kildi" (el-Kalem, 68/8, 49, 50).

Yûnus (a.s)'i bu sikintilardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda Allah'a imân edip tevhid'e sarildilar. Onlarin tevbe edip hakka dönüslerini ifâde eden âyetin meâli söyledir:

"inandilar, biz de onlari bir süreye kadar geçindirdik" (es-Saffat, 37/148).

Yûnus (a.s)'in milletinin bu sekilde tevbe etmeleri, küfürden dönüp Allah'a inanmalari, Allah tarafindan övülmüs, methedilmistir:

"Keske (azabi gördükten sonra) inanip da, inanmasi kendisine fayda veren bir memleket olsaydi! (Azabi gördükten sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar saglamamistir). Yalniz Yûnus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inaninca, dünya hayatinda onlardan rezillik azabini kaldirmis ve onlari bir süre daha yasatmistik" (Yûnus, 10/98).

Yûnus (a.s)'in faziletli bir Insan oldugu, Yüce Allah tarafindan söyle haber verilmistir:

"ismâil, el-Yesa', Yunus ve Lut'a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler" (el-En'âm, 6/86).

Hz. Muhammed (s.a.v) de onu söyle övmüstür:

"Her kim ben Yûnus b. Mattâ'dan hayirliyim derse, yalan söylemistir" (Buhârî, Tefsiru süre 6, 4).

Yûnus (a.s) da, diger peygamberler gibi, Insanlari küfrün serrinden nehyetmis ve Allah'a imân etmeye davet etmistir. inanan Insanlar için, onun hayatindan alinacak çesitli ibretler vardir.

Nureddin TURGAY

HZ.LOKMAN (LUKMAN) HEKIM

Bir nebî veya velî oldugu ihtilâfli; ancak çogunlugun tercihine göre hakim bir sahsiyet.

Kur'ân-i Kerîm'de Lokman adi iki yerde geçer (Lokman, 31/12,13). Kelime, ayni zamanda Mekkî bir surenin adidir. Bu sûrenin nüzul sebebi Kureyslilerin Lokman'i Hz. Peygamber (s.a.s)'e sormalaridir.

Lokman'in adi geçen iki ayetin meâli söyledir: "Andolsun Biz Lokman'a Allah'a sükretmesi için hikmet verdik. sükreden kimse ancak kendisi için sükretmis olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki Allah her seyden müstagnîdir, övülmeye lâyik olandir. Lokman, ogluna ögüt vererek. "Yavrum, Allah'a es kosma, dogrusu es kosmak büyük zulümdür" demisti " (Lokman, 31/12,13). Lokman'in adi içinde geçmese de onun ogluna ögütleri devam etmektedir. Ancak arada iki ayet içinde Yüce Allah, Lokman'in ögüdündeki es kosmayi(sirk) tekit için ana-babaya iyi davranmak; yaradana sükür, ana-babaya tesekkür etmesini bilmekle beraber; eger ana-baba Allah'a es kosmak üzere çocugunu körü körüne zorlarlarsa o çocugun onlara itaat etmemesi, dünya islerinde onlarla güzelce geçinip Allah'a yönelen kimselerin yoluna uymasi gerektigini bildirmektedir (Lokman, 31/14,15). Lokman'in ögütleri söyle devam etmektedir: "Yavrum, isledigin sey bir hardal tanesi agirliginca olsa da, bir kayanin içinde, göklerde veya yerde bulunsa da, Allah onu getirip meydana kor. Dogrusu Allah Lâtif'dir, haberdar'dir. Yavrum, namazi kil, iyiligi emret, kötülükten vazgeçir ve basina gelene sabret; dogrusu bunlar azmedilmeye deger islerdir. Insanlari küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Allah, kendini begenip böbürlenen kimseyi hiç süphesiz ki sevmez. Yürüyüsünde ölçülü ol, sesini de kis! Seslerin en çirkini süphesiz merkeplerin sesidir" (Lokman, 31/16-19).

Lokman suresinde geçen meâli verilen ayetlerden anlasilmaktadir ki, bu zat bir hakimdir. Çünkü ona hikmet verilmistir. Böyle bir hikmete ulasan kimseye gereken, o hikmete sükürdür. Aslinda Yüce Allah'in, sükür de dahil hiç bir seye ihtiyaci yoktur. Ancak sükre ihtiyaci olan Insandir. Çünkü Allah, sükredince nimetleri artirma vadinde bulunmustur (ibrâhim, 14/7). Lokman, üç kere "yavrum" veya "oglum" diye hitap ederek ogluna ögüt vermistir. Bunlardan ilkinde Allah'a es, ortak kosmamasini ögütlemistir. Çünkü bu, Allah'in hakkini baskasina vermek, kullarin ve bütün varliklarin yaratanina olan bu haksizlikla onlarin haklarini çignemek, basta Yüce Allah'in ikram ettigi, serefli kildigi Insan olmak üzere bu varliklari esas yaratanindan baska fâni, âciz, güçsüz seylere yönelterek onlari tahkîr etmektir. Lokman, ikinci "yavrum" hitabiyle baslayan ögüdünde, Yüce Allah'in hardal tanesi kadar da olsa yapilan bütün iyilik ve kötülükleri gördügünü, bildigini ve onlari ahirette degerlendirecegini anlatmistir. Nitekim Yüce Allah, zerre miktar hayir-ser isleyenin karsiligini görecegini bildirmektedir (ez-Zilzâl, 99/7-8). Lokman, yine ogluna hitaben üçüncü ögüdünde onun namazi kilmasini, iyiligi emredip kötülükten vazgeçirmesini, basina gelene sabretmesini, Insanlara böbürlenip kibirlenmemesini, çalim satip ögünmemesini, yürümesinde, konusurken sesinde ölçülü olmasini tavsiye etmistir.

Lokman hakkinda hadislerde de bazi bilgiler bulunmaktadir. En'âm suresi'nin 82. ayetinin nüzulünde sahabeler: "Ey Allah'in Resulü! Bizim hangimiz nefsine zulmetmez ki...?" dediklerinde, Peygamberimiz. Bu ayetteki zulüm sizin sandiginiz gibi degildir. O zulüm, sirk demektir. Lokman'in ogluna nasihat ederken, yavrum, Allah'a sirk kosma. Zira sirk en büyük zulümdür dedigini isitmediniz mi?" cevabini vermistir (Sahîh-i Buhârî, Tecrîd-i Sarîh, Tercemesi, IX, 163). Lokman söyle derdi: "Yavrum, ilmi âlimlere karsi böbürlenmek, sefihlerle münazarada bulunmak ve meclislerde gösteris yapmak için ögrenme!" (Ahmed b. Hanbel, I,190). Bu anlatim ve devami baska bir rivayette söyle yer almaktadir: "...Ginâ göstererek ve cehalete düserek ilmi terketme! Yavrum, meclisleri ihmal etme! Allah'i anan bir topluluk gördügünde onlarla otur. Eger âlimsen ilmin isine yarar; cahilsen onlar sana ögretirler. Umulur ki Allah onlara rahmetini lütfeder, onlarla beraber sana da ulasir. Allah'i anmayan bir lopluluk gördügünde onlarla oturma. Eger âlimsen ilminin sana bir yarari olmaz; cahilsen onlar seni saptirirlar. Allah onlari azabina düçar kilar, sana da onlarla beraber isabet eder" (Dârimî, Mukaddime, 34). Yine bir hadis-i serifde ilim-hikmet hakkinda söyle denilmektedir: "Hakîm Lokman ogluna su tavsiyede bulunmustur. Yavrum âlimlerin yaninda otur ve dizlerinle onlara çok yaklas. Çünkü Allah, gökten indirdigi yagmurla ölü topragi dirilttigi gibi, kalbleri hikmet nûruyla diriltir"(Muvatta, ilim, 1). Lokman hakkinda baska bir hadis de söyledir: "Hakim Lokman, söyle derdi: süphesiz Allah bir seyi emânet aldigi zaman onu korur" (Ahmed b. Hanbel, II, 87).

Bu hadislerin, meselâ zulüm, hikmet, ilim gibi konularda Kur'ân-i Kerîm'deki Lokman ile ilgili ayetlerle rabitali oldugu görülmektedir.

Lokman'in kim oldugu konusunda çesitli görüsler vardir. ibn ishak'a göre Lokman'in nesebi [Lokman b. Bâur b. Nahor b. Tarih (Terah: Âzer)] Dördüncü. Kusakda Hz ibrahim (a.s)'in babasi Âzer'e ulasir. Vâkidî, Lokman'in isrâilogullari kadisi, Eyle ve Medyen taraflarinda yasayan, Eyle'de ölen bir kimse oldugunu zikreder. ikrime'ye göre Lokman bir nebîdir. Ancak onun bir hakim oldugunda âlimlerin ittifaki vardir (Sahih-i Buharî Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 163). Vehb b. Münebbih'e göre; Lokman ibn Bâûra, Âzer neslindendir. Mukâtil'e göre ise, Hz. Eyyub (a.s)'in kizkardesinin veya teyzesinin oglu idi. Uzun müddet yasadi. Hz. Davud'a yetisti ve ondan ilim aldi. Sanat sahibi idi. Bir nebî oldugunu söyleyenler de oldu. ibn Rüsd, Tehâfüt'ünde söyledigi gibi, her nebî hakîmdir, fakat her hakim nebî degildir. Bakara sûresi'nin 269. ayetine göre Yüce Allah hikmeti istedigine verir. Kime de hikmet verilmisse ona büyük hayir lütfedilmistir. Dolayisiyle o kimsenin ilmen, amelen bunun sükrünü yerine getirmesi gerekir. Lokman için de Kur'ân'da böyle söylenmistir (Elmalili Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'an Dili, IX, 3842-3843).

Lokman, Islâm'dan önceki Araplarda kendisinden çok bahsedilen bir sahsiyet idi. Yahudi ve Hristiyan kutsal kitaplarinda adi geçmez. Onun Âd kabilesinden veya Habesli bir köle oldugu da belirtilmistir (S.G.F. Brandon, A Dictionary of Comparative Religion, London 1970, s. 414).

Eski Arap geleneginde cahiliyye devri Insanlari bu zata Lukmânü'l-Muammer diyorlardi. Onun yedi kartalin ömrü kadar uzun yasadigina inanilirdi. Ebû Hâtim es-Sicistâni'nin "Kitâbül-Muammarîn" adli eserinde Lokman, Hizir'dan sonra uzun yasayan ikinci sahsiyet olarak yer alir. Yedi kartal ömrü bes yüz altmis yil yapsa da çesitli rivayetlerde onun bin, hatta üç bin-üç bin bes yüz yil yasadigi bile ileri sürülmüstür. Lokman'a, Nâbiga'nin siirlerinde bile rastlanir. Cahiliyye geleneginde Lokman ayni zamanda bir kahraman ve hakim bir kimse olarak da görülürdü. Bir çok macera ona isnat edilmisti. Bütün bunlar arasinda Lokman, Âd kabilesinden olmakla bu kabîleye Sodom gibi günahkârligi dolayisiyla kuraklik cezasi verildiginde, onun da dahil oldugu bazi kimseler yagmur için dua etmek üzere Mekke'ye giderler. Ancak Âdlilar orada zevk ve safâya dalip esas vazifelerini unuturlar. Hatirlatildiginda da birisi siyah bir bulut isteyiverir. Âd kabilesinin mahvi bu bulutla olur. Aslinda onlarin cezalandirilmalari Hz. Hûd'a itaatsizlikleri dolayisiyladir. Âd kavmi ile ilgili ayetlerde ve Hûd suresinde Lokman'in adi geçmez (Bernhard Heller, iA., "Lokman ", maddesi).

Lokman, Kur'ân-i Kerîm'de yer aldiktan sonra, Arapça darb-i mesel ve hikmet kitaplarindan Kasasul-Enbiyalara kadar bir çok eserlerde yer aldi. Sa'lebî (ö. 427/1035) Ârâisul-Mecâlis"inde ondan bahsederken Kur'ân'daki anlatimi baska rivayetlerle genisletir. O, Lokman'in kim oldugu konusunda yukaridaki bütün bilgileri verdikten sonra Mücâhid'in onun uzun dudakli siyahî bir köle oldugu yolundaki rivayetlerini de bunlara ekler. Ancak bu rivayeti takviye sadedinde Insanlardan Sudan'dan çikmis üç hayirli kimse arasinda, Bilâl (Habesli ?), Hz. Ömer (r.a)'in kölesi Mühecca' ve Lokman'a (Sudan'in Misir'a yakin Nubya tarafindan) yer veren rivayeti de almaktadir. O, Lokman'in Habes'li bir marangoz, bir terzi oldugu konusundaki iddialari da aktardiktan sonra, âlimlerin onun hakim olup nebî olmadiginda ittifak ettiklerini, bu konuda ikrime'nin farkli görüse sahip oldugunu (bazilarina göre Lokman'in nebîlik ile hakimlikten birini tercihte serbest birakildigi, onun hikmeti seçtigini) belirtmektedir. O, ayrica Lokman'in nebî olmadigi; Allah'in çok tefekkür, iyi yakin ile takvâ ehli kildigi bir kul oldugu; onun Allah'i, Allah'in da onu sevdigi, ona hikmet lütfettigini açiklayan bir hadis de nakleder (Sa'lebi, Arâisul-Mecâlis, 312).

Sa'lebî, Lokman'in, dünyada sikinti çekenin refahtakinden hayirli oldugunu; dünyayi ahirete tercih edenin dünyada da, ahirette de kaybedecegini; malin sihhat, nimetin nefis temizligi gibi olmadigini; dogru söz, emaneti yerine teslim ve bos yere konusmayi terkin hikmeti dogurdugunu söyledigini nakleder. Yine onun nakline göre Lokman ogluna söyle dedi:

"Dünya derin bir denizdir. Çoklari onda bogulmustur. O denizde senin gemin Allah'dan takvâ olsun. Binegin Allah'a imanin ve yolun Allah'a tevekkül olsun. Umulur ki kurtulursun; tamamen kurtulacagini da sanmam. Yavrum, Insanlar ibadet ve taatte her gün noksanlastiklari halde nasil olur da vadolunduklarindan korkmazlar! Yavrum! Dünyadan yetecek kadar al, ona kapilma, bu ahiretine zarar verir. Dünyadan el etek de çekme, yoksa Insanlara yük olursun. Oruç tut, bu sehvetini keser. Seni namazdan alikoyan orucu tutma, çünkü Allah'in katinda namaz oruçtan daha büyüktür... Yavrum! iyiligi ondan anlayana yap. Nitekim koç ile kurt arasinda dostluk olmadigi gibi; iyi ile kötü arasinda da dostluk olmaz. Çekismeyi seven hakarete ugrar, kötülük olan yerlere giden töhmet altinda kalir, kötülüge yaklasan kendini kurtaramaz ve dilini tutmayan pisman olur. Yavrum! iyilerin hizmetinde bulun; fakat kötülerle dostluk kurma. Yavrum! Güvenilir kimse ol ki zengin olasin. Kalbin günah lekeleriyle dolu oldugu halde Insanlara, Allah'dan korkuyormussun gibi görünme. Yavrum, âlimlerle bir arada bulun ve onlarin dizinin dibinden ayrilma; fakat onlarla tartismaya da girme, yoksa sohbetlerinden seni mahrum ederler. Onlara bir sey sorarken nazik davran. Seni ihmal ettiklerinde onlara bikkinlik verme, yoksa senden usanirlar. Yavrum! her seyi arkani dönerek isteme ve yüzün dönük olarak da ondan uzaklasma! Zira bu, basîreti azaltir ve akli zayiflatir. Yavrum, küçükken edepli olursan, büyüdügünde faydasini görürsün! Yavrum, yolculuga çiktiginda, onu çekip götürebilecegin bir yerde olmadikça, hayvanindan emin olma; çünkü onun sirti çabuk yagir olur ve bu hakimlerin islerinden degildir. Gidecegin yere yaklastiginda da hayvanindan in ve yürü; kendinden önce onu doyur. Gecenin ilk saatlerinde yolculuga çikmaktan sakin! Sana gecenin yarisina kadar dinlenip gece yarisindan sonra yola çikmani tavsiye ederim. Sefere çikarken yanina kilicini, mest'ini, sarigini, elbiseni, su kabini, igne ve ipligini, biz'ini (saraç ignesi) al! Ayrica yaninda sana ve beraberindekilere yetecek kadar ilâç bulundur. Arkadaslarinla, Allah'a isyanin disindaki hususlarda uyum sagla ve onlara vefâ göster! Yavrum, kanaatkâr görünmekten sakin, zira bu tavrin sana gündüzleri söhret, geceleri ise süphe getirir. Yavrum, kendini unutup da Insanlara iyiligi emretme! Yoksa senin durumun, Insanlara isik verdigi halde kendisi yanarak tükenen kandile benzer! Yavrum, küçük isleri umursamazlik etme! Çünkü küçük, yarin büyüge dönüsür. Yavrum, yalan söylemekten sakin! Çünkü yalan, dînini ifsat eder, Insanlarin yaninda mürüvvetini noksanlastirir ve bu durumda da utanma duygun yok olur; degerin düser, makam ve mevkiin elden gider; küçümsenirsin, konustugun zaman sözün dinlenmez, söyledigine itibar edilemez. Bu duruma düsüldügünde de yasamanin zevki kalmaz! Yavrum, kötü huydan, sikinti vermekten, sabirsizliktan sakin! Bu hasletler karsisinda hiç bir arkadasin sana dürüst davranmaz ve seninle aralarinda dâima bir mesafe birakirlar. isini sev; sik sik karsilastigin olaylar karsisinda sabret! Insanlara karsi güzel huylu ol! Zira huyu güzel olan, herkese güler yüz gösteren ve bunu yayginlastiran, iyiler yaninda nasîbini alir; ona karsi iyi kimseler sevgi besler, kötüler de ondan uzaklasir. Yavrum, gönlünü kederlerle ve kalbini üzüntülerle mesgul etme. Aç gözlülükten sakin. Takdire riza göster. Allah tarafindan sana verilene kanaat et ki hayatin güzellessin, gönlün sürurla dolsun ve hayattan zevk alasin. Eger dünya zenginliklerinin senin için bir araya getirilmesini istersen, Insanlarin ellerinde olanlara göz dikme! Zira peygamberleri bulunduklari mertebeye ulastiran sey Insanlarin ellerinde bulunanlara göz dikmemeleridir. Yavrum, dünya hayati kisadir. Senin oradaki ömrün ise daha da kisadir. Bu kisa ömrün de daha az bir kismi geride kalmistir. Yavrum, iyiligi ehline yap, ehil olmayana iyilik yapma; yoksa o, dünyada bosa gider, ahirette de sevabindan mahrum olursun. iktisatli ol, savurgan olma; cimrilik derecesinde mala sarilma, israfa varacak sekilde de onu dagitma! Yavrum, hikmete saril ki onunla ikram göresin, onu yücelt ki sen de üstün tutulasin. Hikmet ahlâkinin en üstünü Allah (c.c)'in dinidir. Yavrum, hasedçinin üç belirgin özelligi vardir: Giyabinda dostunu çekistirir, yaninda oldugu zaman ona yaltaklanir, o bir musibete duçar oldugunda da ona sevinir" (Sa'lebî, a.g.e., 313-315).

Lokman'la ilgili olarak sadece ogluna ögütler, hikmetli sözler, atasözleri (emsâl, durub-i emsâl) degil, kissalar da nakledildi. Bunlardan Lokman'in bir köle olarak birisine takdim edildiginde. o, diger kölelerin incirleri onun yedigini ileri sürerek efendilerini kandirmak istedikleri zaman, hep beraber sicak su içmelerini tavsiye eder. Efendileri öyle yapar, sonunda Lokman yalniz su kusarken, digerleri incir artiklarini su ile çikarmaya baslarlar. Bir gün efendisi, gelen misafiri için, Lokman'a en iyi ne varsa onu ikram etmesini söyler. O da koyun dili ve yüregi getirir. Bir baska gün yine misafir için bu defa en kötü ne varsa onu çikarmasini söylediginde ayni seyleri verdigini görünce, sebebini sorar. Lokman, iyi bir dil ve yürekten daha iyi bir sey olmadigi gibi, kötü bir dil ve yürekten de daha kötü bir sey bulunmadigi cevabini verir (Sa'lebî, ayni yer).

Lokman'a bu kissalar dolayisiyla Araplar'in Ezop'u (Aesopos) denilmis, Avrupa'da Ezop'a atfedilen bir çok nükteler Lokman'a isnat olunmustur. Batili yazarlar Lokman'la ilgili kissalarin sonraki devirlerde Ezop'unkilerden kopya edildigini ileri sürerler. Bu konuda karsilastirmalar ve örneklere de yer verip eski gelenekte Lokman, hakîm, hatta peygamber bir kimse olarak taninirken; sonraki devrede artik köle, marangoz haline sokuldugunu eklerler. Onlara göre Lokman; Bileam, Ahikar, Ezopla ayni görülmüstür. Bileam, Kitab-i Mukaddes'te geçer. Müfessirler, seceresi Lokman b. Bâûr b. Nahor b. Tarih seklinde geçen bu zatin ibrani dilinde "bala", Arapça "Lakama" kökleri ayni yutmak anlamina geldigi için, Kitab-i Mukaddes'teki karsiliginin Bileam oldugu kanaatine ulasmislardir (Bileam için bk. Sa'lebî, 209 vd.). Lokman, Bileam midir tartismasinda buna olumlu bakanlar yaninda karsi çikanlar; Lokman, Kur'ân ve önceki gelenekte saygi duyulan; Bileâm, Kitab-i Mukaddes ve Aggada'da nefret edilen bir kimsedir, demektedirler (bk. Belâm). Lokman'i, Roma'li Ahikar veya Yunan'in Ezop'una benzetenler, onlarin sözlerinin veya onlarla ilgili anlatimlarin benzerliklerine dayanmaktadirlar (Bernhard-N.A. Stillman,"Lokman", Encyclopedia of islam, Leiden 1978, IV, 813).

Günay TÜMER


HZ. ÜZEYR (a.s

israilogullarina (Yahudilere) göre meshur bir peygamber olan Üzeyr (a.s)'in adi Kur'an-i Kerîm'de geçmektedir. Fakat Islâm'a göre onun peygamber olup olmadigi hususunda ihtilaf vardir.

Üzeyr (a.s)'in adi hakkinda da alimlerin farkli yorumlari vardir. Bazi alimlere göre onun adi Arapça bir isimdir. Diger bazi alimlere göre ise, Üzeyr kelimesi Arapça degil, ibranicedir (el-Ukberî, imlau ma menne bihi'r Rahman, Misir, 1961, II, 7).

ibranice'de Üzeyr kelimesinin karsiligi "Azra"dir. Tevrat'in bu dildeki nüshasinda böyle geçmektedir (Biblio Hobraica, nsr. Rud. Kittel, Stuttgart,1952; Esra, VII,1; Nehemio, VIII,13).

Üzeyr (a.s), Harun Peygamber'in neslinden gelmektedir (es-Sa'lebî, el-Arais, Misir, 1951, 344).

Üzeyr (a.s)'in adi, Kur'an-i Kerîm'de bir yerde geçmektedir: "Yahudiler. 'Üzeyr, Allah'in ogludur; dediler. Hristiyanlar da: Mesih Allah'in ogludur', dediler. Bu, onlarin agizlariyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkâr etmis(olan müsrik)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onlari kahretsin, nasil da (haktan batila) çevriliyorlar!.. Hahamlarini ve rahiplerini Allah'tan ayri rehber edindiler, Meryem oglu Mesîh'i de. Oysa kendilerine yalniz tek Tanri olan Allah'a ibâdet etmeleri emredilmisti. Ondan baska ilâh yoktur. O, onlarin ortak kostuklari seylerden münezzehtir" (et-Tevbe, 9/30, 31).

Burada söz konusu olan Üzeyr (a.s) hakkinda çesitli rivâyetler vardir. En meshuru ibn Abbas'in rivâyetidir. Buna göre, Yüce Allah isrâil ogullarinin elinde bulunan Tevrat'i onlardan aldi. Tevratin içinde bulundugu sandigi kaybettiler. Ayni zamanda Tevrat zihinlerinden de silindi. israil ogullari buna çok üzüldüler. Bilhassa Üzeyr (a.s) Allah'a çok ibâdet etti; O'na yalvarip yakardi. Allah'tan inen bir nur, onun kalbine girdi. Unutmus oldugu Tevrat'i hatirladi. Ondan sonra Tevrat'i yeniden israil ogullarina ögretti. Daha sonra Tevrat'in içinde bulundugu sandik bulundu. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'in ögrettiginin aslina uygun oldugunu gördüler. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'i çok sevdiler. Fakat bu hususta asiri gittiler. "O, olsa olsa Allah'in ogludur" dediler (ibn Cerir et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Misir,1951, X,111). Bu âyetler, onlarin bu hususta asiri gitmelerini ve Hristiyanlarin da, isâ (a.s) Allah'in ogludur diye söylemelerini reddetme mahiyetinde nazil olmustur. Onlarin bu sözlerinin batil oldugu anlatilmis ve Yüce Allah'in, onlarin bu iddialarindan münezzeh oldugu ifâde edilmistir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esraru't Te'vîl, Misir, 1955, I, 196).

Yahudilerin bu hususta asiri gitmeleri, Kur'an'in baska yerlerinde de tenkid edilmistir. "Vay haline o kimselerin ki, Kitabi elleriyle yazip, az bir paraya satmak için, "Bu Allah'in katindandir. " derler. Ellerinin yazarligindan ötürü vay haline onlarin! Kazandiklarindan ötürü vay haline onlarin!" (el-Bakara, 2/79) mealindeki âyette Yahudiler kasdedilmektedir. Onlarin Tevrat'i tahrif ettikleri, ondan sonra kendileri tarafindan yazilan bir kitabi Allah'in kitabi diye tanitmalari söz konusudur. Onlar bu sekilde kitab yazmislar, Allah'in kelâmi olarak ileri sürmüsler ve bununla menfaat ile nüfûz saglamaya çalismislardir. Bu âyette, onlarin bu yaptiklari tenkid edilmektedir (Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetu't-Tefâsir, istanbul, 1987, I, 71 vd).

Asagidaki âyette de, Yahudilerin bu durumu tenkid edilmistir:

"Onlardan bir grup, okuduklarini kitaptan sanasiniz diye kitabi okurken, dillerini egip bükerler. Halbuki okuduklari, kitaptan degildir. Söyledikleri Allah katindan olmadigi halde, "Bu, Allah katindandir. " derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar" (Âlu imran, 3/78).

ibn Abbas (r.a)'dan nakledildigine göre, bu ayette de Yahudiler kasdedilmektedir. Buna göre, onlar Allah'in kelâmini kaybetmisler. Kendi uydurduklarini Allah'in kelami olarak tanitmaya çalismislar. Onlarin bu yaptiklari yalan ve uydurmadir (ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire,1977, I, 182 vd.).

Üzeyr (a.s) ile ilgili bulundugu söylenen diger bir ayet de söyledir;

"Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin çatilari duvarlari üzerine çökmüs (yikik dökük olmus) issiz bir kasabaya ugradi. "Ölümünden sonra Allah bunlari nasil diriltir acaba!" dedi. Hemen Allah onu öldürdü, yüz sene sonra tekrar diriltti. "Ne kadar kaldin burada?" dedi. "Bir gün yahut bir kaç saat" dedi. Allah ona: "Bilakis yüz sene kaldin. Yiyecegine ve içecegine bak, henüz bozulmamistir. Bir de esegine bak. Seni Insanlar için bir âyet (ibret isâreti) kilalim diye (yüz sene ölü tuttuk sonra tekrar dirilttik). simdi sen kemiklere bak, onlari nasil birbiri üstüne koyuyor, sonra ona nasil et giydiriyoruz. " dedi. Durum kendisince anlasilinca, "süphesiz Allah'in her seye kadir oldugunu bilmeliyim" dedi (el-Bakara, 2/259).

Bu ayette söz konusu olan zatin kim oldugu hususunda çesitli rivâyetler vardir. Fakat alimlerin ekseriyetine göre bu zat, Üzeyr (a.s)'dir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl, I, 57).

Hz. Muhammed (s.a.s), Üzeyr (a.s)'in peygamber olup olmadigi hususunda söyle buyurmustur: "Bilmiyorum, Üzeyr peygamber midir, degil midir?" (Ali Nasif et-Tâc, III, 302). Bundan dolayi Islâm inancinda Üzeyr (a.s)'in peygamberligi ihtilafli kabul edilmistir.

Peygamber olsun veya olmasin, Üzeyr (a.s) Allah'a tam manasiyla inanmis, kamil imân sahibi olan bir zatti. Hayati boyunca, Allah'in rizasini kazanmak için serden kaçmis, hayra kosmustur. Çevresindeki Insanlari da bu sekilde inanmaya ve Allah'in emir ile yasaklarina riâyet etmeye davet etmistir.

Nureddin TURGAY

Hz. ZEKERIYYA (a.s)

Kur'ân'da adi gelen peygamberlerden biri. Soyu Dâvud (a.s)'a dayanmaktadir. Kur'ân'da anilan duâlarindan (Meryem, 16/6) anlasildigina göre, soyu daha sonra Yâkub (a.s)'a varmaktadir (el-Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 82; er-Razî, Mefâtihu'l-Gayb, Misir 1937, V, 769).

Zekeriyya (a.s) isrâilogullarinin peygamberi oldugu gibi, ayni zamanda onlarin bilgini, reisi ve müsaviri yani danismani idi (es-Sa'l-ebî, el-Arais, 1951, 372).

Onun hakkinda çesitli âyet ve hadisler vardir. Ebû Hureyre'nin naklettigine göre, Hz. Muhammed (s.a.s);" "Zekeriyya (a.s) marangoz idi"(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Misir, 1954, II, 405) diyerek O'nun elinin emegi ile geçinen bir sanat ehli oldugunu haber vermistir.

Zekeriyya (a.s)'in hanimi isa (a.s)'in annesi Meryem'in teyzesi isâ idi. Zekeriyya (a.s) da, Meryem'e bakmakla mesgul oluyordu. O'na Beyt-i Makdis'te bir yer yapmisti. O'nun odasina her girdiginde, yaninda kis mevsiminde yaz meyvesini ve yaz mevsiminde de kis meyvesini buluyordu. Zekeriyya (a.s), "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" diye sorunca, Meryem, "Allah tarafindandir." diye cevap veriyordu (el-Kurtubî, Ahkâmu'/-Kur'ân, IV, 69 vd).

Zekeriyya (a.s) Hz. Meryem'in yaninda böyle yaz mevsiminde kis meyvesini ve kis mevsiminde de yaz meyvesini görünce, Meryem'e bu nimetleri veren, buna gücü yeten yüce Allah, esimin yasi geldigi halde, bize hayirli bir evlat verebilir seklinde düsündü ve hayirli bir evladin olmasi için Allah'a gizlice söyle dua etti:

"Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayifladi, saçlarim agardi, Rabbim!.Sana yalvarmaktan dolayi herhangi bir seyden mahrum kalmadim. Dogrusu, benden sonra yerime geçecek yakinlarimin iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karim da kisirdir. Katindan bana bir ogul bagisla ki, bana ve Yâkub ogullarina mirasçi olsun! Rabbim! O'nun, senin rizani kazanmasini da sagla!" (Meryem,19/4,5,6)

"Ya Rabbi! Bana kendi katindan temiz bir soy bahset!" (Âlu imrân, 3/38)

"Rabbim! Beni tek basima birakma! Sen varislerin en hayirlisisin" (el-Enbiyâ, 21/89).

Gücü her seye yeten Yüce Allah, Zekeriyya (a.s)'in duâsini kabul etti ve O'na bir erkek evlad verecegini müjdeledi:

"Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir oglani müjdeliyoruz. Bu adi daha önce kimseye vermemistik" (Meryem, 19/7).

"Mihrabda namaz kilmaya durdugu sirada, hemen melekler ona söyle seslendi: "Haberin olsun! Allah sana Yahya adli çocugu müjdeliyor. O, Allah'tan gelen bir kelimeyi (isâ'yi) tasdik edecek, milletinin efendisi olacak, nefsine hakim bulunacak ve salihlerden bir peygamber olacaktir" (Âlu imrân, 3/39).

Zekeriyya (a.s), Allah'in verdigi bu müjdeye sasti, hayret etti. Çünkü kendisi de hanimi da hayli yasli idiler. "Rabbim! Karim kisir, ben de son derece kocamisken nasil oglum olabilir?" (Meryem, 19/8) diyerek, bu ilginç müjde karsisinda hayretini dile getirdi.

Yüce Allah ona söyle cevap verdi:

"Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu bana kolaydir. Nitekim sen yokken, daha önce seni yaratmistim" (Meryem, 19/9).

Kur'ân'in baska bir yerinde bu durum söyle haber verilmistir:

"Zekeriyya'nin duasini kabul edip kendisine Yahya yi bahsetmis, esini de dogum yapacak hale getirmistik. Dogrusu onlar iyi islerde yarisiyorlar, korkarak ve umarak bize yalvariyorlardi. Bize karsi gönülden saygi duyuyorlardi" (el-Enbiya, 21/90).

Yüce Allah'in bu güzel müjdesine son derece sevinen Zekeriyya (a.s)

"Rabbim! Öyle ise bana bir alamet var, dedi" (Meryem, 19/10). Allah ona su cevabi verdi:

"Alâmetin; üç gün, isaretten baska sekilde Insanlarla konusmamandir. Rabbini çok an, aksam sabah hamdet!" (Âlu imrân, 3/41).

Gün oldu, Zekeriyya (a.s)'in nutku tutuldu. Mihrabdan çikti ve milletine: "Sabah-aksam Allah'i tesbih edin! diye isârette bulundu" (Meryem, 19/11).

Zamani gelince, Zekeriyya (a.s)'in oglu Yahya (a.s) dünyaya geldi.

Yukarida görüldügü gibi, Zekeriyya (a.s) ile ilgili olarak zikredilen âyetlerin çogu, dua mahiyetindedir. O, çok dua eden, Allah'in emir ve yasaklarina riayet ederek tam bir teslimiyet içinde yasayan Yüce bir peygamberdi. Allah: "Zekeriyyâ, Yahyâ, isa ve ilyas'a da (yol göstermistik). Hepsi iyilerden (idi)ler" (el-En'âm, 6/85) diyerek onu sahit peygamberlerle birlikte anmistir.

Zekeriyya (a.s) bu sekilde ömrünü ibâdetle geçirdi. Daima Insanlari Yüce Allah'a inanmaya ve O'nun yolunda yürümeye cagirdi. fakat azmis olan, küfre dalan ve önünü görmeyecek kadar gözü dönenler, onu sehid ettiler (Taberî, et-Tarih, Misir 1326, II, 16; Ahmet Cevdet Pasa, Kisus-r Enbiyâ, istanbul 1966, I, 41).

Nureddin TURGAY

Hz. YAHYA (a.s)

Kur'an'da adi geçen peygamberlerden biri. Yüce Allah tarafindan, Kur'an'da: "Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir oglani müjdeliyoruz. Bu adi daha önce kimseye vermemistik" (Meryem, 19/7) ayeti ile haber verildigine göre; Yahya (a.s.), Zekeriya (a.s)'in oglu idi. Kendisine Yahya adi da, Allah tarafindan verilmisti.

Yahya (a.s)'nin yüzü güzel, kaslari çatik, saçlari seyrek, burnu uzun, sesi ince ve parmaklari kisa idi. O, isâ (a.s)'dan alti ay önce dünyaya gelmisti. Yani Isâ (a.s)'dan alti ay büyüktü. Dolayisiyla, Musa (a.s)'nin seraitiyle amel eden peygamberlerin sonuncusuydu.

Daha küçük yasta iken, kendisine hikmet verilmisti. Yasiti olan çocuklar kendisine: "Ey Yahya! Bizimle gel, oynayalim" dedikleri zaman:

"Ben, oyun için yaratilmadim" derdi (es-Sa'lebî, el-Arais, Misir 1951, 375 vd.).

Onun küçüklügünden itibaren böyle temiz, saygili ve ibâdet ehli oldugu, Kur'an'da söyle haber verilmistir:

"(Ona çocuklugunda): Ey Yahyâ! Kitabi, kuvvetle tut! (dedik). Henüz çocuk iken, ona, hikmet'i verdik (Tevrat'i ögrettik). Tarafimizdan (ona) bir kalb yumusakligi ve (günahlardan) temizlik (verdik). O, çok muttaki idi. Anasina ve babasina itaatli idi, bir serkes ve asi degildi. Dünyaya getirildigi günde, ölecegi gün de, diri olarak (kabrinden) kaldirilacagi gün de, ona, selâm olsun!" (Meryem, 19/12, 13, 14, 15).

Bu ayetlerde görüldügü gibi Yüce Allah, Yahya (a.s)'nin çesitli güzel vasiflarini haber vermis ve onu selamla anmistir. Bu, onun dogdugunda, vefat ettiginde ve ahiret gününde Allah'in himâyesinde bulundugunu ifâde etmektedir. Her Insanin basina gelecegi kesin olan bu üç yalnizlik ve korku günlerinde Allah'in selâm ve esenligi içinde olmak, ne büyük bir bahtiyarliktir. Bu üç durumda Allah'in himayesinde bulunmak, bir nevi devamli bir sekilde Allah'in himayesinde bulunmak demektir (Muhammed Ali es-Sabûnî, Safvetu't-Tefâsîr, istanbul 1987, II, 213).

Yahya (a.s) Allah'in emrettigi gibi kitabi kuvvetle tuttu. Önce Tevrat'a ve daha sonra incil'e uygun hareket etti. Bu mukaddes kitaplarin hükümlerinin milleti tarafindan yasanmasi için çalisti. Hz. Muhammed (s.a.v) onun bu mücâdelesi hakkinda söyle buyurdu:

"Yüce Allah, Zekeriyya (a.s)'nin oglu Yahya (a.s) ya, hem kendisi amel etmek, hem de amel etmeleri için israil ogullarina emretmek üzere, bes kelime emretmisti. Kendisi bu hususta biraz agir ve yavas davraninca, isâ (a.s) ona:

-Sen, hem kendin amel etmek hem de amel etmelerini isrâil ogullarina emretmek üzere, bes kelime ile emrolunmustun. Bunu israil ogullarina ya sen teblig edersin, ya da ben teblig ederim, deyince, Yahya (a.s):

-Ey kardesim! Sen bu vazifeyi yerine getirmekte beni geçersen, ben azaba ugramamdan veyâ yere batirilmamdan korkarim, dedi ve hemen isrâil ogullarini Beytü'l-Makdis'te topladi. Beytü'l-Makdis, israil ogullari ile doldu. Yahya (a.s) yüksek bir yere oturarak Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra söyle dedi:

-Yüce Allah, bana, hem kendim amel edeyim, hem de amel etmenizi size emredeyim diye bes kelime emretti. Onlarin ilki, Allah'a hiç bir seyi serik kosmaksizin, O'na ibâdet etmenizdir. Bunun misâli, öz mali olan altin veya gümüsle bir köle satin alip çalistiran bir adama benzer ki, köle çalismasinin kazancini, efendisinden baskasina ödüyordur. Hanginiz, kölesinin böyle davranmasina sevinir, razi olur? Hiç kuskusuz, sizi yüce Allah yaratti ve rizkinizi vermektedir. Öyle ise Allah'â, hiç bir seyi serik kosmaksizin, ibâdet ediniz.

Allah namaz kilmanizi size emretti. Namaza durdugunuzda, yüzünüzü saga sola çevirmeyiniz. süphe yok ki Yüce Allah, kulu, yüzünü baska tarafa çevirmedikçe, hep ona yöneliktir.

Allah size oruc'u emretti. Bunun misâli, yaninda misk kesesi oldugu halde, bir topluluk içinde bulunan ve hepsi ondaki misk kokusunu duyan bir kimseye benzer. Hiç süphesiz oruçlunun agzinin kokusu, Allah'in katinda misk kokusundan daha güzeldir.

Allah size sadakayi emretti. Bunun misâli, düsmanin esir edip elini boynuna bagladiklari ve boynunu vurmak üzere yaklastirdiklari bir kimseye benzer ki o, "canimi elinizden kurtarmak için size bir fidye, kurtulmalik versem, olmaz mi?" diyerek kendisini onlardan kurtarincaya kadar, az çok kurtulmalik akçesi öder durur.

Allah size Allah'i çok zikretmenizi, anmanizi da emretti. Bunun misâli, düsmanin süratle kendisini takib ettigi bir kimseye benzer ki, saglam bir kaleye gelip onun içine siginmistir. i,îte kul da, Allah'i zikir ile mesgul oldukça, seytandan böyle korunur" (et-Tirmizî, es-Sünen, el-Emsâl, 3; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 202).

Bu hadiste görüldügü gibi tevhid inanci, namaz, oruç, zekât ve zikir gibi ibâdetler, yalniz Hz. Muhammed (s.a.v)'in ümmetine mahsus ibâdetler degildir. Daha önceki peygamberlerin de ümmetlerine emrettigi ibâdetlerdir.

Yahya (a.s)'da, babasi Zekeriyya (a.s) gibi milleti tarafindan sehid edildi (Elmalili Muhammed Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'an Dili, istanbul 1971, I, 421).

Nureddin TURGAY

Hz. ISA (a.s)

Kur'an-i Kerîm'de adi geçen ve Israilogullarina gönderilen peygamberlerden. Hz. isa (a.s) batili tarihçilere göre miladi yildan dört veya bes sene kadar önce dogmustur.

Yine batili tarihçilere göre Hz. isa (a.s) Romalilarin elinde bulunan Yahudiye'de Romalilardan Tiberius iktidari döneminde otuz yaslarina dogru peygamberligini Insanlara bildirdi. Önce Celile'de sonra Kudüs'te Insanlari hak dine davet etti. Yahudilerin dinini ikmal onlarin dine kattiklarini düzeltmek için gönderilen Hz. isa (a.s) kendisine indirilen incil adli kutsal kitapta bunu söyle anlatir: "Ben yok etmege degil, tamamlamaya geldim." Hz. isa (a.s), yahudilerin tahrif ettigi Eski Ahid'i onlarin anlayisindan kurtarmaya, Hz. Musa (a.s)'in getirdigi akideyi yerlestirmeye ve yahudilere daha önce bildirilen zahmetli bazi ilahi kanunlari hafifletmeye çalisti.

Memleketi Celile'de Genaseret gölü kiyisinda ilk vaaz ve tebliglerini bildiren Hz. isa daha sonra Kudüs'e gitti. Yahudiler Hz. isa'yi, dönemin Romali Kudüs valisi Pontus Pilatus'a sikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi Hz. isa'ya ihanet etti ve Hristiyanlarin inancina göre Hz. isa çarmiha gerilerek öldürüldü. Kur'an-i Kerîm'de ise hadise söyle anlatilmaktadir: "Halbuki onlar isa'yi öldürmediler ve asmadilar. Fakat kendilerine bir benzetme yapildi" (en-Nisa, 4/156). Rivayete göre Hz. isa'ya ihanet eden Yahuda, Romalilar tarafindan isa (a.s.) zannedilerek asilmistir.

isa (a.s); orta boylu, kirmiziya çalar beyaz benizli, daginik, düz saçli idi. Saçini uzatir, omuzlari arasina salardi. Genis gögüslü, küçük yüzlü çok benli idi: Sirtina yün elbise, ayagina agaç kabugundan yapilmis sandal giyer, çogu zaman da yalinayak yürürdü.

Kendisinin geceleri varip barinacagi bir evi, ev esyasi ve zevcesi yoktu. Hiç bir seyi yarin için biriktirip saklamazdi. isa (a.s) dünyadan yüz çevirir, ahireti özler, Allah'a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede günes batarsa orada konaklar iki ayaginin üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile günlerini geçirirdi (M. Asim Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335). isa (a.s) göge kaldirildigi zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de deri dagarciktan baska bir sey birakmamisti (Abdurrezzak, Musannef, XI, 309).

Kur'an-i Kerîm'e göre Hz. isa (a.s)'in annesi Hz. Meryem'dir. Meryem (a.s), yine Kur'an'da ismi geçen dört seçkin aileden biri olan imrân ailesinden idi. Hz. Meryem, Zekeriya (a.s)'in korumasi ve gözetim altindaydi. Meryem, Beytü'l-Makdis'te, dogu tarafta özel bir bölmeye yerlestirilmisti. Zekeriya (a.s), Meryem'in yanina geldikçe orada, rizkini ve yiyecegini hazir görürdü. Hz. Meryem, Beytü'l Makdis'te zikirle, ibadetle hayatini geçiriyordu. iste bu sirada Allah, ona bir beser sûretiyle Cebrail'i gönderdi. bu durum, Kur'an-i Kerim'de su sekilde anlatilir: "Meryem dedi ki; ben senden Rahman'a siginirim. Eger O'ndan korkuyorsan bana dokunma! O da, ben, temiz bir oglan bagislamak için Rabbinin sana gönderdigi elçiden baskasi degilim, dedi. Meryem; bana bir Insan temas etmemisken, ben kötü kadin olmadigim halde nasil oglum olabilir? dedi. Cebrail, bu böyledir; çünkü Rabbin, "bu bana kolaydir, onu Insanlar için bir mucize ve katimizdan da bir rahmet kilacagiz," diyor, dedi. is olup bitti. Böylece Meryem, isa'ya gebe kalarak bir köseye çekildi. Dogum sancilari basladi ve basina gelen bu hadiseden dolayi çok üzülerek, keske bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim, dedi" (Meryem, 19/1 8-23).

Cebrail, Meryem (a.s)'e, babasiz doguracagi çocugun özelliklerini ve mücadelesini haber vermis, Meryem'i teselli etmis ve ayrilip gitmisti. Hz. Meryem'in kendisini Allah'a ibadete verdigini ve onun tertemiz bir kadin oldugunu bilenler de bilmeyenler de bu duruma hayret etmis ve dogumun bu sekilde nasil olabilecegi tartismasina girmislerdi. Hz. Meryem ise olayi, çocuga sormalarini isaret etmisti. Fakat "Onlar, biz besikteki çocukla nasil konusabiliriz? dediler. Çocuk, ben süphesiz Allah'in kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yapti. Nerede olursam olayim, beni mübarek kildi. Yasadigim sürece namaz kilmami ve zekât vermemi, anneme iyi davranmami emretti. Beni bedbaht bir zorba kilmadi. Dogdugum gün de, ölecegim gün de, dirilecegim gün de, bana selâm olsun, dedi" (Meryem, 19/23-33).

isa (a.s)'in babasiz olarak mucizevî bir sekilde dogusu, Allah'in dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katinda, olus itibariyle Adem (a.s) ile isa (a.s) arasinda fark yoktu. Nitekim ayet-i kerimede, durum su sekilde izah edilir: "Gerçekten isa'nin babasiz dünyaya gelis hâli de Allah katinda Adem'in hâli gibidir. Allah, Âdem'i topraktan yaratti, sonra da ona ol dedi; o da hemen (Insan) oluverdi" (Âlu imrân, 3/59).

isa (a.s) otuz yasinda iken peygamberlik görevi aldiginda, hemen israilogullarina durumu bildirdi. isa (a.s)'nin çagrisina kulak tikayan ve ellerindeki Tevrat'i tahrif edip pek çok degisiklikler yapan israilogullari, Hz. isa (a.s)'a inanmadilar. Ayrica Allah, Hz. isa'nin risâletini destekleyen mucizelerde gösteriyordu. Kur'an-i Kerim'de zikri geçen mucizeleri sunlardir: isa (a.s) nin, çamurdan kus biçiminde bir heykel yapmasi ve onu üfleyince kus olup uçmasi, ölüleri diriltmesi; anadan dogma körleri ve alaca hastaligina tutulmus olanlari tedavi etmesi; gökten sofra indirmesi (el-Mâide, 5/110-115); Havarîlerin ve diger arkadaslarinin evlerinde ne yediklerini ve neler sakladiklarini söyleyerek gaybdan haber vermesi (Âlu imrân, 3/49).

israilogullari, isa (a.s.)'i ve ona tâbi olanlari durdurmak için pek çok yol denediler; sonunda Hz. isa'yi öldürmege karar verdiler. Ancak Allah, onlarin planlarini etkisiz hâle getirdi. Yahudiler, isa (a.s.)'a benzeyen birini yakalayip astilar ve "Meryem oglu isa Mesih'i öldürdük" dediler (en-Nisâ, 4/157). Öte yandan Kur'an-i Kerîm, asil durumu su sekilde açiklar: "Halbuki onlar isa'yi öldürmediler ve asmadilar. Fakat kendilerine bir benzetme yapildi. Ayriliga düstükleri seyde, dogrusu süphededirler. Onlarin bu öldürme olayina ait bir bilgileri yoktur. Ancak kuru bir zan pesindedirler. Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah, onu kendi katina yükseltti. Allah güçlüdür, hâkimdir" (en-Nisâ, 4/157-158).

isa (a.s) ayette de belirtildigi gibi, öldürülmeden göge yükseltilmistir. Mezari dünyada degildir. Ayrica Mi'rac'da, peygamberimiz kendisini görmüstür. Hz. isa, göge yükselmeden önce, havârîlerine ve tüm Insanliga su müjdeyi vermisti: "Ey israilogullari! Dogrusu ben, benden önce gelmis olan, Tevrat'i dogrulayan ve benden sonra gelecek ve adi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'in size gönderilmis bir peygamberiyim" (es-Saf, 61/6).

Hz. isa (a.s) göge çekildigi siralarda kendisine inananlarin sayisi çok azdi. Daha sonra bir ara Hz. isa'nin getirdigi inanci kabul edenler çogaldi ise de, sonunda Hristiyanlar da israilogullari gibi yoldan çikti ve pek çok yanlisliklara saptilar. Bugün, Hiristiyanlarin sahip olduklari teslis inanci, isa (a.s)'nin göge yükseltilmesinden hemen sonra ortaya çikmistir.

isa (a.s)'in annesi Hz. Meryem Hz. isa'nin göge çekilmesinden sonra alti sene kadar daha yasamis ve ölmüstür (Hakim, Müstedrek, II, 596).

Hz. isa (a.s)'a dört büyük ilâhi kitaptan biri olan incil verilmistir. Kur'an-i Kerîm'de incil'in Hz. isa'ya verilisi ile ilgili su bilgiler vardi: "Arkalarindan da izlerince Meryem oglu isa'yi Tevrat'in bir tasdikçisi olarak gönderdik; ona da bir hidâyet, bir nur bulunan incil'i, ondan evvelki Tevrat'in bir tasdikçisi ve sakinanlara bir hidâyet ve ögüt olmak üzere verdik" (el-Mâide, 5/11). Ancak bu incil de Tevrat gibi tahrifata ugramis: tir. Bununla birlikte Allah Teâlâ tarafindan son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'e indirilen Kur'an-i Kerîm, Zebur, Tevrat ve incil'in hükümlerini ve geçerliliklerini ortadan kaldirmistir. Hz. isâ Islâm âlimlerinin çogunluguna göre cisim ve ruhuyla göge yükseltilmistir. Kiyamet vaktine yakin yeryüzüne inecek, haçi kiracak, domuzu öldürecek ve Islâm seriatiyla hükmedecektir (bk. Buhârî, Buyu', 102).

Hz. isa bedeniyle göge yükseltildiginden, Kur'an-i Kerim'de bildirilen "ölümden evvel" (en-Nisa, 4/159) ve "ölecegim güne ve diri olarak ba's edilecegim güne" (et-Tevbe, 9/34) mealindeki ayetler Hz. isa'nin nüzûlünden sonraki ölümünü anlatir. Hz. isa gökten Arz-i Mukaddes'e inecek, elinde bir kargi olacak; Afik denilen bir yerde ortaya çikacak ve Kargi ile Deccâl'i öldürecek ve sabah namazinda Kudüs'e gelecektir. imam kendi yerini ona vermek isteyecek fakat o imâm'in gerisinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in seriatina uygun olarak namazini kilacaktir. Sonra domuzu öldürecek ve haçi kiracak, sinagoglar ve kiliseleri yikacak ve kendisine iman etmeyen bütün hristiyanlarla savasacaktir.

Hz. isa nüzûlünden sonra kirk sene daha yasayacak, öldügünde müslümanlar namazini kilacak ve Islâm dinine uygun olarak gömülecektir.

Mefail HIZLI

Hz. Harûn (a.s), israilogullari peygamberlerinden, Hz. Musa (a.s)'in kardesi. Hz. Yusuf'un vefatindan sonra Misir'da yasayan israilogullari ve diger insanlar, bir müddet onun gösterdigi yoldan yürüdüler; ancak daha sonra hakikati unuttular. Bu arada Misir'in idaresi Kibtîlerin eline geçti. Kibtîler ise yildizlara ve putlara tapiyorlardi.

Kibtîler, israilogullarini hor görmeye basladilar. Onlari agir, zor islerde kullandilar.

israilogullari çok kalabalik bir topluluk olup Hz. Yakub'un ogullarina nisbetle on iki kola ayriliyordu. Onlar Kibtîlerin zulmünden kurtulmak istiyorlardi. Dedelerinin ülkesi olan Kenân bölgesine gitmek için izin istemelerine ragmen onlara izin verilmemekteydi.

Her dönemde oldugu gibi, o dönemin Firavun'u da zulmü temsil ediyor ve insanlari eziyet altinda inletiyordu.

israilogullarinin çogalmasi Kibtîleri ve onlarin hükümdari Firavun'u endiselendiriyordu. Onlar, israilogullarinin isyan ederek kendilerine zarar vermesinden korkuyorlardi.

Firavun, bir gün kâhinlerini yanina topladi. Gelecekle ilgili onlardan bilgi istedi. Kâhinlerden birisi Firavun'a israilogullarindan bir çocugun dogacagini ve saltanatina zarar verecegini bildirdi. Firavun, bunu duyar duymaz korktu ve tedbirler almaya basladi. Bunun için de israilogullarinin dogacak erkek çocuklarinin tamaminin öldürülmesini emretti.

Hz. Musa, bu dönemde dogdu ve öldürülmesin diye bir sandigin içine birakilarak nehre atildi. Firavun'un sarayinda büyüdü. Allah diledi ve Musa'yi Firavun'un kucaginda büyüttü.

Harun Peygamber, Hz. Musa'nin büyügüdür. israilogullarinin erkek çocuklarinin öldürülmeye baslanildigi dönemden önce dünyaya gelmistir.

Hz. Hârun (a.s.); Musa (a.s.)'dan daha uzun boylu, daha etli, daha beyaz tenli, daha genis sirtli olup açik ve düzgün dilli, yumusak huylu idi. Alninda da bir ben vardi (Hâkim, el-Müstedrek, II, 577).

Harun peygamberle ilgili Kur'ân-i Kerîm'de pek fazla bilgi yoktur. Bir âyette Hz. Musa ile birlikte zikredilmektedir.

Medyen'den dönerken Hz. Musa'ya Peygamberlik verildi. Peygamberlikle sereflendi.

Yüce Allah Hz. Musa'ya emretti: "Firavun'a git, çünkü o azdi" (Tâhâ, 20/24).

Musa Peygamber "Rabbim, beni yalanlamalarindan korkuyoruni" (es-suarâ, 26/ 12), "Kalbim sikilir, dilim açilmaz olur. Onun için Harun'a da Peygamberlik ver" (es-suarâ, 26/l3),

"Bir de onlarin aleyhimde de bir kisas davalari var, bu sebeple beni öldürmelerinden korkarim" (es-suarâ, 26/14), "Bana ailemden bir vezir ver. Biraderim Harun'u. Onunla arkami kuvvellendir. Onu içimde ortak kil. Ta ki seni çok çok tesbih edelim ve seni çok çok zikredelim. süphesiz sen bizi hakkiyla görensin" (Tâhâ, 20/29-35) dedi.

Cenâb-i Allah, Musa'nin bu duasini kabul etti. "Ey Musa! istedigin sana verildi" (Tâhâ, 20/36) buyuruldu. Böylece Harun'a da peygamberlik verildi. "Firavun'a gidin, biz âlemlerin Rabbinin Peygamberleriyiz, bizimle beraber israilogullarini gönder" deyin " (es-suarâ, 26/16-17) buyuruldu.

Hz. Mûsa ve Hârun (a.s.) "Ey Rabbim! Dogrusu biz Firavun'un, bize karsi asiri gitmesinden, yahud taskinligini artirmasindan endise ediyoruz" diye Allahu Teâla'ya dua ettiler. Yüce Allah: "Korkmayiniz! Çünkü ben sizinle beraberim. Ben (her seyi) isitirim, görürüm! Hemen gidiniz ve ona söyle deyiniz. "Biz Rabbinin iki elçisiyiz, artik israilogullarini bizimle gönder. Onlara iskence etme! Biz sana Rabbinden, hakiki bir âyet getirdik selam (ve selamet) dogruya tâbi olanlaradir. Bize, su hakikat vahy olundu ki: hiç süphesiz azab yalanlayanlarin ve yüz çevirenlerin üzerinedir" (Tâhâ, 20/45, 48) buyurdu.

Bunun üzerine, Hz. Musa ve Hârun geceleyin Firavun'un yanina gittiler. Kapiyi çaldilar. Firavun kapinin açilmasindan dehsete düstü. Hz. Musa ve Hârun, Firavun'a kendilerinin Rabbûlâlemin olan Allah'in elçileri olduklarini, kendisini dine davet etmek için geldiklerini söylediler. Firavun "Ben sizin en yüce Rabbinizim " (en-Nâziât, 79/24) diyerek onlari reddetti.

Hz. Musa'ya vahyedildi. "Kullarimla geceleyin yola çik. Onlara denizde kuru bir yol aç. Size yetismelerinden korkma" (Tâhâ, 20/77) buyuruldu.

Bu iki peygamber israilogullarini geceleyin yola çikardilar. Bu durumdan haberdar olan Firavun ve askerleri onlari izledi. Hz. Musa, Hârun ve israilogullari, denizi geçerek kurtuldular. Firavun ve askerleri de denizde boguldular.

israilogullari Tih sahrasina geldiler. Rizik olarak kendilerine kudret helvasi, bildircin kusu verildi (el-Bakara, 2/57); onlar itirazlarini sürdürdüler.

"Biz bir çesit yemege dayanamayiz. Bizim için Rabbina dua et de bize topragin bitirdigi sebzeden, acurdan, sarimsaktan, mercimekten ve sogandan çikarsin" (el-Bakara 2/61) dediler.

Musa peygamber, onlara ögütler de bulundu. Tûr dagina çagirildiginda agabeyi Harun'u kendi yerine vekil birakti.

israilogullari Misir'dan çikarken altinlarini, gümüslerini de yanlarina almislardi. Hz. Musa (a.s)'in Tur'a gitmesiyle israilogullarinin münafiklarindan Sâmiri bu altinlari topladi ve bir kapta eriterek bir buzagi yapti. Gönüllerinde yatan putçulugu bir türlü tepeleyemeyen bu kavim buzagiya tapmaya basladi.

Hz. Hârun, onlara ögütlerde bulundu. "Ey kavmim! Bununla imtihan edildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman olan Allah'tir. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin" (Tâhâ, 20/90) buyurdu. israilogullari, Hz. Hârun'u dinlemediler. "Musa, bize dönüp gelinceye kadar, biz o buzagiya tapmaya devam edecegiz" (Tâhâ, 20/91) dediler.

Hz. Musa (a.s), Tûr Dagi'ndan döndügünde kavminin buzagiya tapmakta oldugunu gördü. Buna çok üzüldü. Agabeyine kizdi. "Ey Hârun! Onlarin saptiklarini gördügün zaman hana uymaktan seni alikoyan nedir? Emrime isyan mi ettin?" (Tâhâ, 20/92-93) dedi. Hârun Peygamberin yakasina yapisti.

Hârun Peygamber; Hz. Musa'ya israilogullarinin kendisini dinlemedigini anlatti. Musa peygamber öfkelendi ve Samiri'yi kovdu.

Allahu Teâla, Musa (a.s)'ya Hârun (a.s)'u vefat ettirecegini, onu daga getirmesini bildirdi.

Musa (a.s), Hârun (a.s)'un elinden tutarak daga çiktilar. Hârun (a.s)'un sibr ve sibbîr adindaki ogullari da yanlarindaydilar. Dagin üzerinde görülmemi:s güzellikte bir agaç, yapilmis bir ev, evin içinde bir sedir, ve sedirin üstündeki yataktan misk gibi bir koku geliyordu. Hz. Musa ile birlikte Hârun yatagin üstüne yattilar. Allahu Teâla Hârun (a.s)'un ruhunu bu halde iken aldi, sonra agaç kayboldu, ev ve sedir semâya yükseldi. Hz. Musa, Hârun (a.s)'un cenaze namazini orada kilarak onu daga defnetti. Yahudiler bu daga Tûr-u Hârun adini vermislerdir (Taberî, Tarih, I, 223).

Hârun (a.s)'un Tih çölündeki bu dagda vefat ettiginde yüz on yedi, yüzyirmi veya yediyüzyirmiüç yasinda oldugu söylenir (Yâkubî, Tarih, I, 41).

Hârun Peygamber uzun müddet yasadi. Musa Peygamberle birlikte kavmine ögütlerde bulundu, kavminin nankörlüklerine gögüs gerdi.

Zaman geldi; Rabbine kavustu, o da ölümü tatti.

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

Hz. HIZIR (a.s)

Hz. Mûsâ döneminde yasamis ve peygamber olmasi kuvvetle muhtemel, hikmet ve ilim sahibi bir sahsiyet.

Kur'ân-i Kerîm'de, Hizir (a.s.)'in isminden açikça bahsedilmez. Ancak Kehf Sûresi'nin 60-82. âyetlerinde yer alan Hz. Mûsâ ile ilgili kissadan "Katimizdan kendisine bir rahmet verdigimiz ve kendisine ilim ögrettigimiz kullarimizdan bir kul..." (18/65) diye sözü edilen sahsin Hizir (a.s.) oldugu anlasilmaktadir. Çünkü bizzat Peygamber Efendimizden gelen sahîh hadislerde bu sahsin Hizir oldugu açikça belirtilmistir (bk. Buhârî, ilm 16, 44, Tefsîru'l-Kur'ân, Tefsîru Sûrati'l-Kehf 2-4; Müslim, Fedâil 170-174).

Bu rivayetlere göre bir gün Hz. Mûsâ isrâil ogullari arasinda vaaz ederken ona kendisinden daha hikmet ve ilim sahibi kimsenin olup olmadigi sorulmustu. Hz. Musâ: "Hayir, yoktur!" diye cevap verince Cenâb-i Hak bir vahiyle Hz. Mûsâ'yâ Mecme'u'l-Bahreyn'de (iki denizin kavusum yerinde) kullarindan salih bir kul olan el-Hadir (Hizir)'in kendisinden daha âlim oldugunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ hizmetinde bulunan genç bir delikanli ile Hizir'i bulmak üzere uzun bir yolculuga çikti. ikisi, iki denizin birlestigi yere ulasinca, yolculukta yemek üzere azik olarak yanlarina aldiklari baliklarini unutmuslardi ve balik bir delikten kayip denizi boylamisti. Hz. Mûsâ oradan bir süre uzaklastiktan sonra yemek için delikanlidan baligi çikarmasini istedigi zaman baligin denize dalip kayboldugunu fârkettiler. Hz. Mûsâ'nin Hizir'i bulmasinin alâmeti, bu baligin kaybolmasi oldugundan derhal oraya geri döndüler ve orada Hizir (a.s.)'i buldular. Bundan sonra Hz. Mûsâ'nin Hizir ile, Kehf Sûresi 66-82. âyetlerinde anlatilan yolculugu basladi.

Hz. Mûsâ'nin yolculugunda azik olarak tasidigi baligin Mecme'u'l-Bahreyn'de denize dalip kaybolmasi, bazi rivayetlerde ve çesitli islâm milletlerinin folklorunda, bu arada Türk folklorunda da bu suyun âb-i hayat oldugu, ölüleri bile canlandiran, içenleri ölümsüzlestiren bir hayat iksiri oldugu seklinde izah olunmus, burada baligin canlanip denize dalmasi meselesinde bir peygamberin hayatinin ve Cenâb-i Hakk'in kudretinin söz konusu oldugu unutulmustur. Buna bagli olarak, Mecme'u'l-Bahreyn bölgesinde yasayan birisi olarak Hizir (a.s.)'a da ölümsüzlük isnâd edilmis ve kendisine beser üstü güçler ve yetkiler verilmistir.

Hizir aleyhisselâma verilen ilmin mahiyetini anlayabilmek için Musa (a.s.) ile olan yolculugunu Kur'ân-i Kerîm kisaca söyle anlatir: Hizir (a.s.), yolculukta karsilasacaklari olaylara Musa peygamberin sabredemeyecegini kendisine hatirlatmis ve O'ndan sabir için söz almistir (el-Kehf,18/66-70). Önce deniz sahilinde, yolculuk için bir gemiye binmislerdi. Hizir (a.s.) bir balta ile gemiyi delince kaptan tamir için geri dönmek zorunda kalmistir. Musa (a.s.) sabredemeyip söyle demistir: "Gemiyi, yolcularini bogmak için mi deldin? Dogrusu çok kötü bir is yaptin" (el-Kehf; 18/71). Yolculugun sonunda, ilk bakista görünmeyen ve perde arkasi bilgi niteligindeki sebebi Hizir (a.s.) söyle belirtir: "O, deldigim gemi, denizde çalisan birkaç yoksulundu. Onu kusurlu yapmak istedim. Çünkü gemi yolculuga devam ederse, ileride her saglam gemiye el koyan bir kral (deniz korsanlari) vardir" (el-Kehf, 18/79). Yolculuk sirasinda, diger çocuklarla oynamakta olan bir çocugu öldürdü. Musa (a.s.): "Kisas olmadan, masum bir cana nasil kiyarsin? Dogrusu çok kötü bir is yaptim, dedi" (el-Kehf,18/74). Küçük çocugun bu erken yasta vefat ettirilme sebebi Hizir (a.s.) tarafindan söyle açiklandi: "Öldürdügüm erkek çocuga gelince; onun anne ve babasi mü'min kimselerdi. ileride onlari isyan ve inkâra sürüklemesinden korktuk istedik ki, Rableri bu ölen çocuk yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametli birini versin" (el-Kehf, 18/80,81). Burada Cenâbi Hak'kin, anne-babanin hayirli kimseler olmasi sebebiyle, ileride kendilerini üzecek, büyük sikintilara sokacak bir çocugu erken yasta vefat ettirip, onun yerine daha hayirli bir evladin verilmesinin, gerçekte o aile için " hayir" olduguna isaret ediliyor.

Yolculugun üçüncü merhalesi Kur'an'da söyle anlatilir: "Musa ve salih kul yollarina devam ettiler. Sonunda bir köye varip, halkindan yiyecek istediler. Halk ise onlari misafir etmek istemedi. Musa ve salih kul, orada yikilmak üzere olan bir duvar gördüler, Salih kul hemen onu dogrultuverdi. Bunun üzerine Musa: "isteseydin buna karsilik bir ücret alirdin, dedi. Salih kul söyle dedi: iste bu seninle benim aramizin ayrilmasi demektir. Sabredemedigin seylerin içyüzünü sana anlatacagim" (el-Kehf, 18/77,78). Evi, ücretsiz tamir etmesini salih kul (hizir) söyle açiklar: "Bu ev, sehirde iki yetim çocugun idi. Duvarin altinda kendilerine ait bir hazine vardi. Bunlarin babalari salih bir kimseydi. Rabbin, onlarin rüstlerine erip, hazinelerini bizzat kendilerinin çikarmalarini istedi. Bu Rabbinden bir rahmettir. Ben bunlari kendiligimden degil, Allâh'in emriyle yaptim. iste, sabredemedigin seylerin içyüzü budur" (Kehf 18/82).

Bu hikmetlerle dolu yolculuktan, insanlarin günlük hayatta karsilastiklari bir takim olaylarin, bazan büyük felaketlerin bir görünen yüzünün bir de asil perde arkasinin bulundugu anlasilmaktadir. Bazan ser olarak görülen olaylarin arkasindan büyük hayirlarin ortaya çiktigi görülmektedir. Âyet-i Kerîmelerde söyle buyurulur: "Hosumuza gitmedigi halde, savasmak size farz kilindi. Belki de hosumuza gitmeyen bir sey sizin için daha hayirlidir. belki hosunuza giden bir sey de sizin için daha kötüdür. Allah bilir siz ise bilmezsiniz (el Bakara, 2/216). "... Eger karilarinizdan hoslanmiyorsaniz. olabilir ki, hosunuza gitmeyen bir seyde Allah, sizin için çok hayir takdir etmistir. " (en-Nîsâ, 4/19). Rasûlullah (s.a.s.), Hizir (a.s.)'in ilmiyle ilgili olarak, gemi yolculugu sirasindaki bir konusmayi söyle nakleder: "Bir serçe, denizden gagasiyla su alip, gemiye konmustu. Hizir (a.s.) bunu Hz. Musa'ya göstererek söyle dedi: Allâh'in ilmi yaninda, benim ve senin ilmin, su serçenin denizden eksilttigi su kadar bir seydir" (Buhârî, ilm, 44, (el-Enbiyâ, 27, Tefsîru Sûre 18/2; Müslim, Fezâil, 180; Ahmet b. Hanbel, Müsned, II, 311, V, 118; bilgi için bk. Ibn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, istanbul 1985, V,172-185).

 

Hz. Musa'dan sonra israilogullarinin çesitli boylari. sam civarina yerlesmistir. sam bölgesindeki "Bek" sehrine yerlesen ve zamanla Allah'a isyan ederek haddi asan bir Benu israil kabilesine Hz. ilyas (a.s)'in gönderildigi rivayet edilmektedir. ilyas (a.s) Kur'an-i Kerîm'de iki degisik sûrede anilmistir. Bir yerde diger Peygamberler ile birlikte ismi geçmistir: "(ibrahim'e) Zekeriya, Yahya, isa ve ilyas'i da bagisladik. Hepsi salihlerdendi" (el-Enbiya, 21/85). Diger sûrede ise ilyas (a.s)'in kissasi özetle anlatilmistir. Musa ve Harun (a.s)'dan bahsedilmis, onlarin Allah'in salih kullari oldugu anlatildiktan sonra ilyas (a.s)'in kissasina geçilmistir: "Muhakkak ilyas da peygamberlerdendi" (es-Sâffat, 37/123). Bu ayet-i kerime ilyas (a.s)'in etrafinda Yahudiler ve Hristiyanlar tarafindan olusturulmus olan efsanevî kimligi aralamakta, onun Allah'in diger Peygamberleri gibi bir peygamber oldugunu anlatmaktadir. Buhârî, Kitâbu'l-Enbiyâ bölümünde ilyas (a.s) için bir bab açmis ve onun kissasini anlatan es-Sâffât suresindeki ayetleri bu babda zikretmistir. ibn Mes'ûd ve ibn Abbas'in rivayetine göre Hz. ilyas ile idris (a.s) ayni sahistir (Buhârî, Enbiyâ, 4). idris (a.s) da Nuh (a.s)'in babasinin dedesidir (Buhâri, Enbiyâ, 5).

Ilyas (a.s) Peygamber olarak gönderildigi insanlari dine davet etmistir: "(Hz. ilyas) milletine: "Allah'a karsi gelmekten sakinmaz misiniz? Yaratanlarin en iyisi olan, sizin de Rabbiniz önceki babalarinizin da Rabbi bulunan Allah'i birakip da Ba'l putuna mi taparsiniz?" demisti (es-Sâffât, 37/124-126).

Ayet-i Kerime'de geçen "Ba'l" o kavmin tapindigi putun ismidir. Oturdugu sehirlerinin ismi "Bek" olan bu halkin, tapindiklari puttan dolayi sehirlerinin isminin "Ba'lebek" oldugu rivayet edilmektedir.

Rivayete göre Hz. ilyas israilogullarina Hizkil (a.s)'dan sonra gönderilmistir. insanlari Allah'a imana çagiran Hz. ilyas, kavminin Ba'l putuna tapmamasini emretmistir. O bölgenin krali önce iman etmesine ragmen daha sonra irtidat ederek Hz. ilyas (a.s)'i öldürmeye kalkmistir. Hz. ilyas yedi sene kadar daglarda bayirlarda dolasmis, insanlari Tevrat'in emirlerine davet etmis, iman etmemeleri üzerine, o beldeye üç yil hiç yagmur düsmemistir. Daha sonra Hz. ilyas'in duasiyla yagmur yagmasina ragmen yine ilyas (a.s)'a iman etmemislerdir. Kendisinden sonraki Benûisrail Peygamberlerinden Kur'an'da ismi zikredilen Elyas'a (a.s)'i Hz. ilyas yetistirmistir. Rivayete göre kavminin imansizligina kizan ilyas (a.s), Allahu Teâlâ'dan kendisini gökyüzüne kaldirmasi için dua etmis, bunun üzerine belirlenen bir yerde yaninda Elyas'a (a.s) da varken gökten gelen ates gibi bir ata binip havalanmis, nübüvvet simgesi olarak da asagida kalan Elyas'a hirkasini atmis ve semâya refedilmistir.

Ancak surasi unutulmamalidir ki bu rivayetler israilogullarinin Tevrat kökenli rivayetleridir. isin dogrusunu en iyi Allah bilir (ibn Kesîr, Tefsiru'l Kur'ani'l Azîm, VII, 31). Hz. ilyas (a.s)'in, Hizir (a.s) ile yilda bir kez bulustuguna inanilir, halk arasinda bu bulusma Hizir ilyas (Hidrellez*) seklinde simgelenmistir.

 
 
  Bugün 19 ziyaretçi (29 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol